Yönetmenler Sam Fell, Robert Stevenhagen
Seslendirme Kadrosu Matthew Broderick, Emma Watson, Dustin Hoffman, Sigourney Weaver, Frank Langella, Kevin Kline, Christopher Lloyd, William H. Macy
Senaryo Gary Ross (Kate DiCamillo’nun çocuk kitabından)
Yapımcılar Gary Ross, Allison Thomas
Görüntü Yönetmeni Brad Blackburn
Prodüksiyon Tasarımı Evgeni Tomov
Sanat Yönetmeni Olivier Adam
Kurgu Mark Solomon
Özgün Müzik William Ross
Yapımcı Stüdyo Universal Pictures
Türkiye Dağıtımı UIP Filmcilik
Gösterim Tarihi 23 Ocak 2009
Despero – The Tale of Despereaux Yapım Bilgileri
Minik kahraman, dev yürek…
Evvel zaman içinde büyüleyici güzellikte bir ülke vardır. Neşeli kahkahaların her yanda duyulduğu bu ülkede insanlar ağızlarını sulandıracak kadar nefis çorbalar içerek keyifli bir yaşam sürer. Ancak günün birinde meydana gelen büyük bir kaza sonucunda ülkenin Kral’ının kalbi kırılırken Prenses acılara boğulur, ülke halkı umutsuzluğa sürüklenir. Güneş ışığının üzerinden çekildiği topraklarda her yer kasvetli gri renge bürünmüştür. Desperaux Tilling doğuncaya kadar da böyle devam eder…
Ufak tefek bir fare olan Despereaux Tilling, beraber yaşadığı diğer ürkek farelere kıyasla fazla cesurdur. Üstelik çok da meraklıdır. Dünyaya geldiği andan itibaren kocaman kocaman açtığı gözleriyle her şeyi keşfetmeye çalışırken kocaman kulaklarıyla da yeni hikayeler dinlemeye bayılır. Diğer bütün farelerden daha çok şey görür, daha çok şey duyar. Doymak bilmez bir macera açlığı çekmektedir. Kısacası macerasız bir hayatı hayal bile edemez.
Cesur faremiz günün birinde kendisini kraliyet kütüphanesinde bulur. Orada okumayı öğrenir. Okuduğu kitapları sonradan yer ama okumayı öğrenmeyi başarmıştır. Okuduğu kitaplar sayesinde bambaşka dünyalarla tanışır. Şövalyelerin arasına katılıp savaşa gitmeyi, ejderhalara karşı mücadele etmeyi hayal eder. Kurtarılmayı bekleyen prensesleri kurtarmayı düşler.
Sarayda bulunduğu sıralarda Pea adlı bir prensesle arkadaş olur. Çok sevdiği annesinin ölümünden sonra amaçsız kalan prenses, kasvetli dünyasından kaçıp kurtulma özlemi çekmektedir. Ülke topraklarının üzerine gri bulutların çökmesiyle kasvetli bir dünya meydana gelmiştir.
Faaliyetlerinin fark edilmesi üzerine Despereaux’un Fareler Dünyası’nın güvenli ortamından çıkarılarak Sıçanlar Dünyası’nın iğrenç ortamına sürgüne gönderilmesine karar verilir. Suçları ise kurallara başkaldırmak, bir insanla konuşmaya cesaret etmektir. O artık ışığın asla girmediği Sıçanlar Dünyasında yaşamak zorundadır. Orada Roscuro adlı bir sıçanla arkadaş olur.
Roscuro da başka bir dünyadan, insanların dünyasından buraya atılmıştır ve hala şövalyelik ruhuna sahiptir. Güzel yiyeceklere ve dünya seyahatlerine alışkın olan Roscuro bir sıçan olduğu halde diğer sıçanlar arasında kendisini yabancı gibi hisseder. Bu zindanda kısılıp kalmıştır, ışık hasreti çekmektedir. Bu yüzden de oradan kaçma fırsatının hayalini kurar.
İlk korkusunu atlatan Prenses, Roscuro’nun uzattığı dostluk elini geri çevirir. Bunun üzerine kalbi kırılan Roscuro, sarayda çalışan Miggery Sow adlı hizmetçi kızla birlikte intikam planı geliştirir. Hizmetçi kız kafasını prenses olmaya o kadar takmıştır ki, her genç kızın aslında kendi doğrularında bir prenses olduğu fikrine gözlerini kapamış gibidir.
Prenses Pea bu plan doğrultusunda kaçırılınca Despereaux onu kurtarmak için tek başına olduğunu anlamıştır. İşte bu noktada küçük faremiz, pırıl pırıl zırhları içindeki bir şövalyenin cesaretini kendisinde bulacaktır.
Cesaret, bağışlama ve günahların bedelini ödeme masalı olan “The Tale of Despereaux”ta küçücük bir farenin koskoca bir krallığa gerçeğe göstermek için sadece küçük bir ışığın yeterli olduğunu; gerçeği bulma yolunda dış görünümün önemli olmadığını öğretmesine tanık olacağız.
Prodüksiyon Bilgileri
Milyonlarca çocuğun bildiği ve sevdiği bir kitap, her jenerasyonda sadece bir kez ortaya çıkar. “Because of Winn-Dixie”nin yazarı Kate DiCamillo, 2003 yılında “The Tale of Despereaux”u kaleme aldı. Bu kitapta kocaman kulakları olan ve kendi cinsindekilerde var olmayan sezilere sahip olan cesur bir farenin öyküsü vardı. Bu kitapta çok heyecanlı ve coşkulu bir fare olan Despereaux Tilling’in sürgüne gittiği mahzenlerde bir sıçanla arkadaş olması, yapayalnız bir prensese gönlünü kaptırması ve Dor Krallığını zorbaların karanlığından kurtarması anlatılıyordu.
DiCamillo’nun yazdığı kitap daha yayınlandığı anda klasikler arasındaki yerini aldı. New York Times gazetesinin best-seller listesinin zirvesine çıkarken bu listede 96 hafta kaldı. 2 milyondan fazla satılan kitabın tahmini okur sayısı 10 milyon oldu. Aldığı sayısız ödüller arasında Newbery Madalyası ile Publishers Weekly tarafından verilen “Yılın En İyi Kitabı” ödülü vardı.
DiCamillo’nun kitabı yayınlanışından kısa süre sonra dört Oscar adayı yönetmen Gary Ross’un dikkatini çekti. DiCamillo ile Ross’un ortak bir yönü vardı. İkisi de sıradışı kahramanları konu alan öyküler anlatmaya bayılıyordu.
Yapımcı / senaryo yazarı Ross’un yıllarca asıl uzmanlık alanı toplumda mazlum görülen insanların değer yargılarını keşfetmek olmuştu. “Seabiscuit” adlı filmde büyük başarılara ulaşan ufak tefek ve çelimsiz bir atın öyküsünü anlatırken “Big”de bir erkeğin içindeki çocuğu bulmasını; “Dave”de ise Oval Ofis’teki yozlaşmayı ortaya çıkaran sıradan bir adamın öyküsünü anlatmıştı. Aynı zamanda yapımcı dostu da olan eşi Allison Thomas’ın tavsiyesiyle “Despereaux”u incelemeye başlayınca bu kitaptan harika bir CGI animasyon filmi yaparak modern peri masalı anlatabileceğini hissetti.
Kitabın hümanist bakış açısını son derece etkileyici buldu. Ayrıca çocuk okurlara saygı gösteren, onların zekasına güvenen çok özel bir anlatım tarzı vardı. Öte yandan kitapta tam anlamıyla kötü ve şeytani bir figür bulunmamasını da çok sevdi. Kitabın film haklarını hemen satın aldılar. Artık DiCamillo’nun yazdığı peri masalının zengin anlatımını koruyan bir animasyona dönüştürmeye hazırdılar. “The Tale of Despereaux” nasıl ki edebiyat dünyasında hemen klasik olduysa filmi de öyle olmalıydı.
Kitabın yayınından dört yıl sonra “Desperaux” projesi hız kazandı. Yönetmenliğine “Flushed Away”den tanıdığımız Sam Fell ile ilk kez bu filmle yönetmenliğe soyunan Rob Stevenhagen getirildi. Dört kahramanımızın macerasını geniş ekrana taşımak için senaryo yazarları Will McRobb ve Chris Viscardi ile anlaşma yapıldı.
Filmin seslendirmesinde şu sanatçılar görev aldılar:
Matthew Broderick: Müziği, hikayeleri ve prensesi çok seven Despereaux;
Dustin Hoffman: Karanlıkta yaşayan ve bir tutam ışık hasretiyle yanıp tutuşan sıçan Roscuro;
Emma Watson: Sıradan bir yaşamı özleyen prenses Pea;
Tracey Ullman: Prenses olmak gibi imkansız hayaller kuran yarım akıllı hizmetçi kız Miggery Sow;
Sigourney Weaver: Anlatıcı;
Kevin Kline: Kraliyet aşçısı Andre;
William H. Macy: Despereaux’un sinirli babası Lester;
Frank Langella: Fareler Dünyası’nın Belediye Başkanı.
Kitap ve Yazarı Hakkında
Kate DiCamillo, hem genç hem de yetişkin okurlar arasında olağanüstü popüler bir yazardır. Yazdığı kitaplar tüm dünyada 7 milyondan fazla satıldı. Son derece güçlü tema ve konularının yanısıra güzel ve şiirsel stiliyle de tanınır. Bu özellikleri sayesinde “Amerika’nın En Sevilen Hikaye Anlatıcısı” ünvanını kazandı.
Kate DiCamillo’nun yazdığı “The Tale of Despereaux, 2004 yılında eleştirmenlerin en çok övgüsünü kazanan kitaplardan birisi oldu. Çok sayıda ulusal ve uluslararası ödül kazandı. 2003 yılında ciltli formattaki ilk yayınından başlayarak 2006’daki karton kapak formatındaki yayınına kadar sürekli olarak best-seller listelerinde kaldı.
Kitaptaki evrensel tema sayesinde dünyanın her yerindeki okurlarla bağlantı kurmayı başardı. The New York Times gazetesinin en çok satan kitaplar listesinde 100 haftadan fazla kaldı. 24 farklı dile çevrilerek ABD dışındaki ülkelerde 2 milyon satış rakamına ulaştı.
Karakterleri Tanıyalım
Despereaux
Cesur, heyecanlı ve becerikli bir faredir. Koşarken çeşit çeşit muziplikler yapan kocaman kulaklı ufak tefek cüsseli sevimli bir arkadaştır. Asil ruhlu ve cesur bir fare olan Despereaux, çevresini saran karanlık ve karamsar havaya hiç aldırmadan diğerlerinin hep iyi yanlarını görür, asaletin herşeyin üstünde olduğuna inanır. Ülkesine ışık getirecek maceraya atıldığında kahramana dönüşecektir.
Miggery Sow
Basit ama imkansız bir hayalin peşinde olan yarım akıllı ama kararlı bir hizmetçi kızdır. Amcası tarafından her gün alay edilen bu domuz çobanı kızın tek arzusu prenses olmak, kendisinden esirgenen ihtişamlı bir hayat yaşamaktır.
Roscuro
Karanlıklarda yaşayan ve ışıkla dolu bir dünya özlemi çeken iyi kalpli bir sıçandır. Kendisinin aslında bir insan olduğunu düşünen yanlış anlaşılmış bir yaratıktır. Diğerlerinin neden kendisinden kaçtığını bir türlü anlayamayan Roscuro, anlaşılma isteğiyle yanıp tutuşur ve sıçanların karanlık dünyasından kaçma isteği duyar. Çok yer gezip görmüş bilge kişilikli bir sıçandır. İnsanların ona davranış tarzlarından daima çok incinmiştir.
Botticelli
Lağım farelerinin hain ruhlu lideridir. Son derece güçlü ve kesin otorite sergileyen Botticelli, insanlardan ve ışıktan nefret eder, işkence yapmaya bayılır. Ufak tefek Despereaux’un yiğitlik dolu macerasında ona son derece güçlü bir düşman olacaktır.
Prenses Pea
Dor Kraliçesi olan annesini kaybettikten sonra yalnızlık ve çaresizlik duygularıyla kendisini harap eden genç bir bayandır. Hayallerindeki prensinin gelmesini, kasvetli ve keyifsiz hayatından kurtarmasını umutsuzca bekler. Karanlık ve ruhsuz hayatından bıkmış usanmıştır. Despereaux ile tanışınca onda keyifli bir arkadaşlık ve kahraman ruhu bulur.
Lester
Despereaux’un utangaç ve ürkek ruhlu babasıdır. Hayattaki tek isteği, en küçük oğlunun doğru düzgün bir fare olmayı öğrenmesidir. Lester’a göre iyi bir fare olmanın ön koşulları, çok çabuk saklanmayı bilmek, hızlı koşmak ve korku dolu bir yaşamı sorgulamamaktır. Despereaux’un kuraldışı davranışlarından dehşete kapılan Lester’ın tek isteği, herkesin kanunlara itaat etmesidir.
Andre
Kraliyet sarayının aşçısıdır. Dor Krallığı’nın kraliyet sarayında çalışır. Vatandaşları için her yıl yepyeni bir çorba icat etmekle sorumludur. Talihsiz bir kaza sonucunda Kral’ın ülkede çorba içimini yasaklaması üzerine bunalıma girer. Despereaux’a macerasında büyük destek sağlayacaktır.
Gregory
Saray gardiyanıdır. Çok sevdiği birisini kaybetmiş olması nedeniyle büyük acılar çekmiştir. Esrarengiz bir geçmişi vardır. Uzun zamandır kayıp olan aile üyesini bulma umutlarından artık vazgeçmiştir.
Anlatıcı
“The Tale of Despereaux”un anlatıcısı, direkt olarak izleyiciye seslenir. Öykünün akışı boyunca onlara rehberlik eder, küçük farenin büyük dünyasında ilerlemesini sağlar.
Çocuklara ve Yetişkinlere…
“The Tale of Despereaux”un yazarı Kate DiCamillo, kitabını kaleme alırken çocukluk yıllarında okumak istediği ve yetişkinlik yıllarında da okumaktan haz alacağı tarzda bir roman yazmak istediğini kabul ederek şunları söylüyor:
“Çocuk edebiyatının en önemli özelliği, büyüklere yönelik kitaplarda çoğu zaman izin verilmeyen büyülü ortamlara ve olasılıklara yer olmasıdır. Böyle kitaplar büyüklerin de ruhunu besler. Aynı zamanda içimizdeki çocuğa seslenir. Aslında ne kadar karmaşık yapıda olduğumuzu, aynı anda hem iyi hem de kötü olabildiğimizi ve huzuru birbirimizde nasıl bulduğumuzu anlatan bir öykü yazmak istedim.”
Kate DiCamillo’nun dünya görüşü ve yaklaşımıyla uzlaşan Thomas ile Ross, yapacakları uyarlamada kitabın çok katmanlı anlatımını onurlandırmanın önemine inanıyorlardı. Ayrıca kahramanımızın yolculuğuna rehberlik eden “Anlatıcı” da aynen korunacaktı. Yazar kitabını kaleme alırken kendisi ile okuru arasında sıcak ve samimi bir ilişki oluşturmuştu. Thomas ile Ross’un yapması gereken ise, bu ilişkiyi daha da sağlamlaştırarak ekrana yansıtmaktı.
“The Tale of Despereaux”un diğer filmlerde genellikle olmayan birtakım fırsatlar sunacağı belliydi. Yönetmen Gary Ross bunları şu sözlerle açıklıyor:
“Peri masallarının içeriğinde çok güçlü ahlaki değerler vardır. Karakterlerin de sağlam dayanak noktaları olduğu görülür. Büyük fikirlerle ortaya çıkarlar, büyük konuları ele alıp çözüme kavuştururlar. Kate böyle bir zeminde ilerlemekten korkmadı. Pop kültürünün fazlasıyla egemen olduğu bir dünyada tam tersini yaparak okuyucusuna ulaşmayı başardı.”
Yapımcıların görüş birliğine vardığı bir başka konu da, “heyecanlı genç fare”nin maceralarının anlatılacağı bir film yapılırken DiCamillo’nun yazdığı romanın basitçe bir karton yorumu şeklinde olmaması gerektiği konusuydu. Modern peri masallarının zengin dünyası ile klasik peri masallarının harmanlanması sonucunda karakter bazlı bir animasyona ulaşma yolunu seçtiler. Harika bir resimli kitabın sinemasal versiyonunu yansıtmayı hedeflediler. Bunu yaparken de çocukluğumuzdan beri bizleri asla bırakmayan imajlarla doldurmak istediler.
Temel tercih böyle olunca görsel stil, karakter tasarımı, renk, ışıklandırma, animasyon stili ve performans gibi alanlardaki kararlar da çıkış noktasıyla uyumlu oldu. Üstelik tüm bunlar, 60 milyon dolar gibi bir bütçeyle ve büyük stüdyoların yaptığı normal bir CGI animasyon filminin ortalama maliyetinin üçte birine başarıldı.
Bütçenin belirlenmesinin ardından hazırlığa başlayan Sam Fell ile Rob Stevenhagen, “Despereaux”u yönetirken işbirliği yapacakları ekibi kurdular. Bu ekipte prodüksiyon tasarımcısı Evgeni Tomov, görüntü yönetmeni Brad Blackburn başı çekiyordu. Prodüksiyon ekibine, Londra’da faaliyet gösteren ve “The Golden Compass” adlı film için hazırladıkları kutup ayıları efektleriyle Oscar kazanan görsel efekt şirketi Framestore Animation da katılınca tüm ekipler hazırdı.
Filmin Görsel Stili
“Despereaux”un görsel stili konusunda yapımcıların ortak görüşü, filmin genel görünümünün bir çocuğun fantezileri kadar zengin olması yönündeydi. Küçük çocukların masallardaki şövalyeleri ve peri kızlarını hayata geçirmek, elbette ki animasyon ekiplerinin göreviydi. Bu noktada animasyon ekiplerinin amacı, düz ve parlak yüzeylere ulaşmak oldu. Hava boya tabancalarının kullanımı sayesinde plastik görünümü veren kreasyonlara ulaşıldı.
Prodüksiyon tasarımcısı Tomov ile işbirliği yapan film yapımcıları, kahraman faremizin macera yaşadığı dünyaları resmetmek için Vermeer ve Brueghel gibi usta ressamların tablolarından esinlendiler. Tasarım, renk, ışıklandırma ve kamera hareketlerinde temel amaç, herşeyin organik görünüm taşıması, bilgisayarda üretildiği hissinden uzak durulması oldu. Bu stil sayesinde Despereaux’un içinde yaşadığı dünyayı çocukların daha iyi özümsemesi, beyazperde izleyecekleri görüntüler ile kitabı okurken hayal ettikleri dünyanın uyumlu olması sağlandı.
Prodüksiyon tasarımcısı Tomov, uyguladığı yaklaşımı şu sözlerle açıklıyor: “Despereaux’u ve diğer karakterleri sunarken hedefimiz tablo gibi atmosferik görünüm sağlamaktı. Bunu yaparken eski usta ressamların tablosundan esinlendik. Dor ülkesinin vatandaşlarına bakarsanız onların sanki Orta Çağ’a ait olduğu izlenimine kapılırsınız. Görsellerimize kalp ve ruh getirmek istedik. Onların sadece güzel görünümlü olmayıp aynı zamanda duygularını yansıtmamız gerektiğini biliyorduk. Filme işte bu organik kaliteyi vermek istedik. İzleyici kendisini ancak bu şekilde öykünün parçası gibi hissedebilirdi. İzleyici ile ekran arasında görünmez bir cam duvar olmaması gerekiyordu.”
Tomov sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu peri masalı dünyasını boyamak için tasarım çalışmamız sırasında kontrollü, sade ve gösterişsiz renk paleti uyguladık. Seçtiğimiz renkleri bilerek ve isteyerek yumuşatılmış renk paletinden tercih ettik. Benzeri hatlar diğer tüm tasarım tercihlerimizde de böyle oldu. Renkler aynı zamanda ışıklandırma formatı olduğu için doygun ve dijital renklerden uzak durduk. Kısacası tasarımın her aşamasında herşeyin organik tat vermesini istedik.”
Mekanlar: Dor Ülkesinde Bir Tur
Dor ülkesi, denizin üzerinde adeta mücevher gibi parlayan büyüleyici bir ülkedir. Bu ülkeye yılın en görkemli zamanında gireriz. Fransa’nın peyniriyle, Belçika’nın çikolatasıyla ünlü olması gibi Dor ülkesi de harika çorbalarıyla ün kazanmıştır. Kraliyet flamalarında çorba kaseleri vardır, caddelerin iki yanında çorba lokantaları dizilidir. Hatta kraliyet ailesinin taçlarına bile çorba kaşığı motifi işlenmiştir. Ülkenin vatandaşları her yıl düzenlenen Kraliyet Çorba Gününde toplanıp, Andre’nin o yıl için keşfettiği çok özel çorbanın tadına bakarlar.
Dor kalesinin, gökyüzüne yükselen kuleleri son derece görkemlidir. Kulelerin altın renkli sivri tepeleri ışıl ışıl parlamaktadır. Kalenin yamaçlarının dibinde küçük bir liman görebilirsiniz. Burada ağzına kadar yiyecek dolu gemiler demirlemiştir.
Yönetmen Fell bu kenti şu sözlerle tanımlıyor: “Dor krallığını yaratırken büyük keyif aldık. Orta Çağ’daki Avrupa kentlerinden herhangi birisi gibi oldu. Farkı ise halkının çorba sevgisiydi. Bu kent için Avrupa kentlerinin birleşimi diyebilirim. Brüksel’den İtalya’ya, Doğu Avrupa’daki Balkan bölgesine kadar çok çeşitli kentleri çağrıştıran özellikleri vardır.”
Kraliçenin ölümünden önce Dor şehrinde mutluluk ve neşe vardır. Direkt günışığı alır. Ancak kraliçenin başına gelen trajedinin ardından herşey tam tersi yönde değişir. Artık çorba yapmak ve içmek yasadışı ilan edilmiştir. Bir zamanlar altın gibi parlayan herşey gri ve kasvetli renklere dönüşmüştür. Şehrin her köşesinde çaresizlik hüküm sürmektedir. Bu nedenle filmin başlangıcında parlak ve abartılı olan renklerin artık daha solgun ve kasvetli hale geldiği görülür.
Farelerin Dünyası
Bir zamanlar Şef Andre ve Boldo’nun yönetimi altında hummalı çorba yapımına sahne olan kraliyet mutfağı artık bomboş, kuru ve cansızdır. Ancak bir fare deliğinden mutfak duvarının öbür yanına geçtiğimizde insanların artık kullanmadığı birtakım objelerin yeniden kullanılır hale getirildiği küçük ve büyüleyici bir evrenle karşılaşırız. Burada Oz ülkesiyle Gulliver’in Lilliput ülkesine benzer özellikler taşıyan son derece çalışkan ve sistematik bir fareler toplumu yaşadığını görürüz.
Yönetmen Stevenhangen bu dünyayı şu sözlerle tanımlıyor: “Aslında burası son derece sıkışık ve baskıcı bir toplumdur. Bireycilik her anlamda ezilmektedir. Dışarıdan bakılınca belki dostça bir ortam var gibi gözükebilir ama içinde bir süre yaşayınca aslında paranoyak bir toplum olduğu anlaşılır. Tüm fareler kuralları ihlal etmekten olağanüstü korkarlar. Çünkü Fareler Konseyi’nin verdiği cezalar son derece ağırdır. Kurallara karşı gelenlerin sıçanların yaşadığı zindanlara atılma riski vardır. Kahramanımız Despereaux işte böyle bir ortamda yaşamaktadır. Ancak son derece meraklı olması nedeniyle kuralları ihlal etmesi an meselesidir.”
Bu ülkedeki mekanlar, küçük ev aletlerinin çeşitli amaçlarla kullanılmasından oluşmuştur. Bir bıçak orada parklardaki oturma yeri işlevi görürken bir tencerenin halka açık havuz işlevi üstlendiğini görürüz. Küçük bir el çıngırağından kocaman bir çan kulesi yapıldığını görebilirsiniz.
Farelerin oturduğu evler, çöpe atılmış kutu ve sandıklardan yapılmıştır. Bu evlerde yaşamakta olan fareler, kendilerinden ne yapılması isteniyorsa onu yaparlar.
Sıçanların Dünyası
Kraliyet sarayının mahzenlerindeki Sıçanlar Dünyası, karanlık, rutubetli ve soğuk bir yerdir. Dor ülkesinde yasadışı hayvanlar kabul edilen sıçanlar artık bu ülkede yaşamaktadırlar.
Sıçanların Dünyası aslında sarayın kanalizasyon sisteminin parçası olarak şekillenmiştir. Ancak herşey kemirgenlerin perspektifine uygundur. Bu dünyanın zemini lağım sularıyla kaplıdır. Uzaktaki gölün karşı kıyısında bir kolezyumun (amfitiyatro) silueti görünmektedir. Orada bir köprünün suya batmış kemerlerini ve alev ışıklarıyla yıkanan açık alanı görebilirsiniz.
Sıçanlar Dünyası kelimenin tam anlamıyla Hollandalı ressam Bosch tarzında bir evrendir. Hiçbir ışık huzmesi oraya girmeye bile cesaret edemez. Binalar yıllar önce ölmüş mahkumlardan geriye kalan korkunç görünümlü kemiklerinden ve kireçleşmiş kafataslarından yapılmıştır.
Köyün tamamı çöpe atılmış malzemelerden ve kentin çeşitli yerlerinde bırakılıp unutulmuş incik boncuktan oluşmuştur. Bu dünyada bulunabilecek malzemeler arasında yağlı bir kaşık, bir piliç bacağı, parlak renkli bir gözlük ve kirli görünümlü bir mezar taşına her an rastlayabilirsiniz. Kısacası bu dünyada yaşayanlar bir sıçan olmanın gereği neyse o şekilde bir yaşam sürerler!
Roscuro’nun gönderildiği bu dünyayı yönetmen Fell şu sözlerle tanımlıyor: “Burası karanlıkların dünyasıdır. Bir mahzenin dibinde yer alan bu dünyayı yaratırken büyük keyif aldık. Buranın sakinleri uygarlıktan tamamen uzak bir ortamda yaşarlar. Dolayısıyla her tarafta çöpe atılmış nesneler vardır. Evlerle köprülerin kemik ve kafataslarından yapıldığını görürüz. Evlerin içinde eski ve pasla silahlar dekorasyon malzemesi olarak kullanılmıştır. Soğuk, karanlık, ruhsuz ve iğrenç bir ortamdır.”
Diğer yönetmen Stevenhagen şunları ekliyor: “Burada çürümüş ve yozlaşmış bir toplum vardır. Sıçanlar burada düzensizliğe dayalı bir yaşamın keyfini çıkarırlar. Pislik, karanlık ve kaosu severler. Bu toplumun başında Botticelli adlı bir adam vardır. Bir tür imparator gibi yönetir.”
Kraliyet Sarayı
Dor ülkesi, gri renge bürünürken kraliyet sarayında da aynısı olur. Bir zamanlar pırıl pırıl ve mutlu bir ortam olan mutfakta artık tam bir sessizlik vardır. Tüm mutfak malzemesi bir köşeye atılmıştır. Andre ile Boldo artık ülkenin ünlü çorbalarını yapamamaktadır. Sarayın dışındaki ve içindeki hayat artık daha karamsar ve kasvetlidir. Bir zamanlar görkemli olan saray odalarındaki ışık daha solgun ve cansızdır.
Çok sevdiği karısının ölümünden sonra depresyona giren Kral, herkese mesafeli davranmakta, müzik odasında yapayalnız oturmaktadır. Çaldığı melodiler de karamsarlığını yansıtan kasvetli şarkılardır. Sarayın artık darmadağınık olan alt katındaki hizmetçilere ayrılan penceresiz bir odada Mig adlı hizmetçi kızın prenses olma hayalleri kurduğunu görürüz.
Bu dünyaların animasyonun yapılması büyük zorlukları da beraberinde getirdi. Üç ortamın birbirinden farklı olması nedeniyle film yapımcılarının amacı, karakterlerin yolculuğu sırasında üç ortam arasındaki geçişlerin kesintisiz ve akıcılığını sağlamak oldu. Animasyon ekipleri her bir mekana farklı ışık yoğunluğu ile yaklaşmayı tercih etti. Filmin genel modundaki geçişlere bu sayede ulaşıldı.
Prodüksiyon tasarımcısı Tomov, uygulanan yaklaşımı şu sözlerle açıklıyor: “Bu üç dünyanın hepsi, gerçek bir dünya ile bağlantılıdır. Özellikle Fareler Dünyası olmak üzere üçünün de kendine özgü tanımlanabilir özellikleri vardır. Üç dünya arasındaki geçişlerin ustaca yapılması gerekiyordu. İzleyici kendisini farklı bir gezegende veya farklı filmler izliyormuş gibi hissetmemeliydi. Farklı yapısı nedeniyle Sıçanlar Dünyası’nın görsel açıdan farklı olması gerekiyordu. Buna karşılık Fareler Dünyası ile insanların dünyası arasında bazı benzerlikler vardı. Özellikle Fareler Dünyası, mimari açıdan Dor krallığının görsel bir minyatürü gibiydi.”
Filmle ilgili son sözü Stevenhagen söylüyor: “Bu üç dünyanın karakterler ile de bağlantısı vardır. Çünkü karakterler bu dünyalarda yaşarlar ve ileri geri hareket ederler. Bu yolculuğu filmin bütünü içerisinde inandırıcı şekilde vermek inanılmaz ilginç bir süreç oldu.”