Yönetmen Aclan Büyüktürkoğlu
Oyuncular Nehir Erdoğan, Ayşenil Şamlıoğlu, Patrick Muldoon, Jay Karnes, Nilüfer Açıkalın, Zachary Charles
Senaryo Leslie Bates
Yapımcılar Leslie Bates, Kevin Corchiani, Chris Moore
Görüntü Yönetmeni Neil Lisk
Prodüksiyon Tasarımı Rob Howeth
Kostüm Tasarımı Hazel Alonzo
Set Dekorasyonu Katie Hofsommer
Özgün Müzik Kemal Günüç
Yapımcı Şirketler Blue Cactus Pictures, UniCvisions
Türkiye Dağıtımı Warner Bros. Türkiye
Gösterim Tarihi 14 Mart 2008
Meleğin Sırları – Broken Angel Yapım Notları
Melekler Şehri’nde tükenmeyen umutlar…
İngilizce öğrenmek amacıyla ABD’ye gelen ‘Ebru’ adlı Türk kızının başından geçenleri konu alan filmde Nehir Erdoğan’a Türk oyuncular Nilüfer Açıkalın ve Ayşe Nil Şamlıoğlu eşlik ediyor.
Çekimleri Hollywood’da gerçekleştirilen ilk Türk-Amerikan filmi olma özelliği taşıyan Meleğin Sırları / Broken Angel’ da sadece Türk oyuncular değil, Amerikan ve Türk seyircisinin yakından tanıdığı Amerikalı oyuncular da yer alıyor.
Digitürk’te yayınlanan ‘The Shield’ dizisiyle tanınan Jay Karnes, ‘Starship Troopers’ ve `Stigmata’ filmiyle zirveye çıkan ve `Days of OurLives’, `Melrose Place’ gibi dizilerle ülkemizde de tanınan ve People dergisi tarafından Dünyanın En Güzel 50 kişisi listesine seçilen Patrick Muldoon ve `Asteroid’ filmin ana karakterlerinden Zachary Charles, filmde önemli rollerde yer alan Amerikalı oyuncular arasında.
Filmde, annesi tarafından ABD’ye gönderilen ancak oradaki hayat şartlarının filmlerde sunulduğu gibi toz pembe olmadığını anlayan masum bir genç kız olan Ebru’nun aşk hayatında yaşadığı hayal kırıklıkları ve başına gelen kötü olaylar sonrasında düştüğü durumu ve onu bu kötülüklerden korumaya çalışan Rusty isimli işitme engelli bir sanatçı konu ediliyor.
Meleğin Sırları / Broken Angel filminin yapımcıları Leslie Büyüktürkoğlu ve Kevin Corchiani bunun Türkiye’nin gerçek yüzünü anlatmayı amaçlayan bir film serisinin ilki olduğunu belirttiler. Filmin yapımcıları, filmden ve filmin başrol oyuncusu Nehir Erdoğan’ın performansından çok etkilendiklerini ve yurt dışındaki festivallerde `en iyi film’ ve `en iyi kadın oyuncu’ dallarında ödül kazanacaklarından çok ümitli olduklarını söylediler.
Filmin Konusu
Suçluluk duygusu ve ezilmişlik güdüleriyle yetiştirilen Ebru, ailesinin desteği ve biraz da “ele güne karşı gösteriş olsun” diye dil öğrenmek için ABD’ye gider. Yürekleri sevgiye aç olanların, yeni ve iyi arasındaki farkı ayırd edemeyenlerin kolayca yozlaşma tuzağına düştüğü bir sistemde Ebru yüreğindeki boşluğu hep özlemini duyduğu baba figürleriyle doldurmaya çalışır.
Bir türlü yaşayamadığı mutluluk duygusunu başkalarını mutlu ederek giderir. Ancak alışkın olmadığı bir kültür içinde yaşadığı gündelik olaylar, kendi kültüründe büyük yanlışlar olarak karşısında durmaktadır. Ebru çok kısa sürede ABD’deki hayatın televizyonlardaki kadar kolay olmadığını, aşkın pembe dizilerdekine hiç benzemediğini, hayatın bir film olmadığını, filmlere benzer bir gerçekle, uyuşturucu, alkol ve aldatma ile öğrenir. Ancak içine düştüğü batak, kendi seçimlerinin sonucunda oluşmuş bir dünyadır.
Ebru; daha cesur, daha girişken, daha kişilikli yetişen birçok genç kızın düşmediği bu tuzağa “herkese şirin görünme ve başkalarının doğrularına göre hareket etme” eğilimi nedeniyle daha çabuk düşer. Kime ait olduğu belirsiz bir “doğru” fikrinin doğrunun çok boyutlu olduğu bir ülkede ve farklı bir kültürde, sadece fırsatçıların işine yaradığını bir türlü anlayamaz ve hiçliğe doğru bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuğun son durağına gelmişken, kendine yeni bir dünya yaratmış ve henüz bozulmamış -bir hayranının yardımıyla hayata döner. Ama dünya, ender rastlanan insanlardan birini yitirecektir.
Yönetmen Görüşü
Anlamsızlık duygusunun giderek tüm benlikleri kapladığı bir dünyada, küçük parıltıların, parlak ışıklara dönüşmesini bekliyor ve hayallerimizi kalın bir sis perdesinin arkasından gördüğümüz belirsiz imgelerle süslüyoruz.
Engellenmiş ve yön değiştirmiş anlam arayaşımız çözümü, gerçeklerden kaçmanın en kolay yolu olan yozlaşma batağında buluyor. Bu balçıktan kurtulmaya çalışmak için yukarı uzandığımızdaysa elimize ilk sarılan fırsat kollayıcıları ve insanlık hırsızları oluyor.
Yaşam, artık kime karşı verildiği belli olmayan bir savaş. Bu savaşın sonunda galip gelenler insansızlaşma, yozlaşma, yalan, ikiyüzlülük, alçaklık ve açgözlülük madalyalarını yakalarına takıveriyorlar. Yenik düşenlerse aldıkları ağır yaralar nedeniyle kendi dünyalarına hapis oluyor.
Duyarlılık, artık küçümsenen bir sıfat. Aşk, cebinde kaç para olduğuyla doğru orantılı. Sadakatse kargaların güldüğü bir yalan.
Yaşadığımız dünya ne bir yanılsama, ne de bir fantezi, sadece bir önceki günden bizlere miras kalan kötü bir düş. Böylesi bir dünyada Ebru gibi yürekleri sevgi ve insanlığa aç olan genç nesil, terk edildikleri uçsuz bucaksız okyanusta yön bulmaya çalışırken, karıştırılan kafaları ve sığlaştırılan bilgileri nedeniyle benliklerini yitirip, anlam arayışını yozlaşma batağında buluyor ve bu yönlendirilmiş arayışta tuzağı hazırlayan köpekbalıklarına yem oluyor.
Yarın artık dündan daha kötü bir gün olmak üzere… Köpekbalıklarıysa günden güne semirip güçlenmekte…