Yönetmen Pierre Morel
Oyuncular Liam Neeson, Maggie Grace, Famke Janssen, Xander Berkeley, Katie Cassidy, Holly Valance
Senaryo Luc Besson, Robert Mark Kamen
Yapımcılar Luc Besson, Pierre-Ange Le Pogam, India Osborne
Görüntü Yönetmeni Michel Abramowicz
Prodüksiyon Tasarımı Hugues Tissandier
Kostüm Tasarımı Pamela Lee Incardona
Sanat Yönetmeni Nanci Roberts
Kurgu Frederic Thoraval
Özgün Müzik Nathaniel Mechaly
Yapımcı Stüdyolar Europa Corp, 20th Century Fox Productions
Türkiye Dağıtımı UIP Filmcilik / TMC
Gösterim Tarihi 9 Mayıs 2008
96 Saat – Taken Yapım Bilgileri
Kızını kurtarması için son 4 gün…
Canından çok sevdiği kızı Kim’in kaçırılışını cep telefonu bağlantısında hiçbir şey yapamadan dinleyen bir babanın durumundan daha kötü ne olabilir? Kabus gibi bu durum, eski bir gizli ajan olan Bryan’ın başına gelir. Genç kadınları satmakta uzmanlaşmış çetenin elinden biricik kızını kurtarmak için önünde sadece birkaç saati vardır. Ancak Bryan’ın önünde çözülmesi gereken ilk sorun, kendisinin Los Angeles’ta kaçırılan kızının ise Paris’te olmasıdır.
Pierre Morel ile söyleşi
“Taken”ın çekimine başlamadan öncesinde, yönetmenliğe başlangıç filminiz olan “Banlieue 13 – Banliyö 13”den aklınızda ne gibi dersler kalmıştı?
Eğer ikisi arasında ortak bir yön varsa -ki ikisinin çıkış noktası aslında radikal şekilde farklıdır-, aksiyonun ritmi diyebilirim. “Banlieue 13” temelde aksiyona dayalı bir çalışmaydı. Aksiyon boyutunun olağanüstü etkin olması gerekiyordu. “Taken”ın anlatımı daha duygusal / hassas olsa bile, aksiyon sahnelerinin de olabildiğince etkin olması gerekiyordu. Böylece izleyici Bryan’ın yaptığı takibe soluk soluğa katılabilecekti.
Filmin soluk soluğa temposunu kurgu odasında mı yoksa sette mi garanti altına aldınız?
Her ne kadar büyük oranda kurguya bağlı olsa da, filmin ritminin çekimler sırasında tutturulması çok önemlidir. Bu başarılamazsa ikinci bir şans yoktur. Aktörlerden yüksek tempoyu korurken mümkün olduğu kadar gerçekçi olmalarını istedim. Açıkçası ben çekim tarzına ağırlık veren bir yönetmenim. Sanırım filmin enerjisi de buradan kaynaklanıyor. Eğer çekimler sırasında zamanınızı iyi kullanır ve çekimlere egemen olursanız, sıra kurguya geldiğinde ritmi kaybetmezsiniz.
Bryan başta olmak üzere, “Taken”ın gerilim türünün kodlarıyla sürekli flört eden bir yapım olduğunu görüyoruz. Bryan karakterinde James Bond’dan daha fazlası var gibi…
Bu karakterin ilginç yanının sürekli dönüşüm geçiren kırılgan bir karakter olduğu kesindir. Geçmişinde gizli serviste çalıştığı halde -filmin ilerleyen bölümlerinde bunu daha detaylı öğreniriz- bir baba olarak nasıl davranması gerektiğinden emin değildir. Ondaki bu eksiklik, filmin gelişimi açısından özellikle önemlidir. Bryan ilk başta biraz temposuz gibidir ama olayların içine girdikçe dövüş makinesi haline gelir. Ancak o asla James Bond değildir. Kendi yaşındaki herhangi bir erkeğin yetenekleri ölçüsünde dövüşür.
Aksiyon sahneleri açısından bu ne anlama geldi?
Liam Neeson için bol miktarda prova anlamına geldi. Çünkü dublöre başvurmak zorunda kalmadan o sahneleri mümkün olduğunca kendisinin yapmasını istedim. Elbette köprüden atlayamaz, kendisini arabaların önüne atamazdı ama dövüş sahnelerinin hepsinde kendisi oynadı. Üstelik saatlerce prova yapmaktan çekinmeden… Liam için hayli emek ve çaba isteyen bir roldü ama dövüşmeyi gerçekten çok çabuk öğrendi.
Ürkütücü işkence sahnesi sırasında Bryan karakterinin düşünce yapısının değiştiğinin farkına varırız. İşkence sahnesinde nasıl bir yaklaşım sergilediniz?
Görsel açıdan gerçekten çok fazla şiddet yüklüdür. Ancak kızının en iyi arkadaşının çok fazla uyuşturucudan öldüğünü anladığı andan itibaren Bryan çok farklı bir noktaya varır. O artık dönüşüm geçirmiştir. Babalık içgüdüleri onu ele geçirmiş, ruhunun karanlık yönleri ön plana çıkmıştır. Her türlü tereddütü bir yana bırakarak harekete geçer. O sahnenin sınırlarını zorlayacak derecede şok edici olmasını istedim.
Filmin aksiyon boyutunu başlatan sahne, Bryan karakterinin telefonda konuştuğu sırada kaçırma olayına tanıklık ettiği sahnedir. O sahneye nasıl hazırlandınız?
Liam Neeson’un verdiği tepkiyi gösteren sahnenin çekimine Los Angeles’ta başladık. Kaçırma olayını telefonda canlı olarak dinliyormuş gibi rolünü yaptı. Maggie Grace sete gelerek kaçırılırken söylediği sözleri ve attığı çığlıkları kamera önünde bir kez daha tekrarladı. Büyüleyici bir andı. Bu zamanlama sayesinde Paris’teki çalışmalarımda daha büyük özgürlük elde ettim. Kaçırma olayının fiziksel aksiyonunu uyarlayabilirdim ama Liam’ın duygularını tek çekimde yansıtmam gerekiyordu.
Liam Neeson işine bağlılığı ve odaklanmasıyla tanınan bir aktördür. Onunla çalışırken sizin deneyiminiz nasıl oldu?
Liam tamamen işine odaklıdır. O sahneyi onunla çekmeye başladığımızda kendisini “mekanik” hareketlerle sınırlamadı. İlk bakışta göze çarpmayan çok ince detaylar üzerinde yoğunlaşarak oynadı. Rolünü çok az tekrarla yaptı. Bryan rolü için ondan başkasını düşünemezdik. 1.95 metrelik dev cüssesiyle, aynı zamanda samimi duyarlılığıyla rolüne mükemmel oturan bir oyuncuydu. Onu seyrederken karşınızda bir dövüş makinesi görmüyorsunuz ama dış yüzeyinin altında böyle bir potansiyel olduğunu sezinliyorsunuz.
Maggie Grace’in televizyon dizilerinde edindiği deneyim, onun film setindeki yaklaşımlarına olumlu yansıdı mı?
Maggie olağanüstü profesyoneldir. Televizyondaki deneyimi, onun hızlı ve sıkı tempoda çalışmaya alışkın olması anlamına gelir. Film setinde işlerin nasıl gittiğini, oyunculuğun ne olduğunu çok iyi bilir. O zaten son derece deneyimli bir oyuncudur.
Sizin görüntü yönetmenliği alanındaki deneyiminiz filmin çekimlerine yansıdı mı?
Bunu filmin “diğer” görüntü yönetmeni Michael Abramowicz’e sormalısınız! Daha önceden görüntü yönetmenliği deneyimimin olmasının elbette etkisi olmuştur. Sonuçta o işimi de asla terk etmedim. Bir filmi yönetirken kamerayı da kullanabilirim. İşin o kısmını kolay kolay es geçemem, çünkü benim için bir refleks gibidir. Ancak yönettiğim filmin bir görüntü yönetmeni olduğuna göre bunları yapmam doğru olmazdı. Sonuçta Michael Abramowicz’e tam bir güven duydum. Kendi deneyim zenginliğini filme getirmesini istedim. Nasıl bir görünüme ulaşmak istediğim konusunda uzun sohbetlerimiz oldu.
Hangi konuda?
Paris kentinin stilize veya “kozmetik” bir versiyonu olmasını istemedim. Paris gerçekte nasıl bir kent ise o şekilde yansımasını hedefledim. Buradaki ana fikrim, mümkün olduğunca gerçekçi olması, karanlık ve ışıksız bir Paris görünümü yakalamayı başarmaktı.
Tüm gece sahnelerinde buna ulaşmak zor değil miydi?
Filmin ışıklandırmasını göze çarpmayacak ve fark edilmeyecek şekilde yapmak karmaşık bir süreçti. Gece sahnelerinin birçoğu için dijital kamera kullandık. Normal kameraya göre daha hassastı ama her zaman kullanmak mümkün değildi. Örneğin inşaat şantiyesindeki takip sahnesi klasik 35 mm kamerayla çekildi. Çünkü dijital kamera zor koşullara uyum sağlayamıyordu. Aslında iki tür kamera arasında gidip gelerek çekimleri yaptık diyebilirim.
Michael Mann’in “Collateral” adlı çalışmasının, gece dijital kamera kullanılması konusunda bir çeşit deneme olduğunu söyleyebilir misiniz?
Kesinlikle. Bence o film, kent gecelerinde geçen sahnelerin filme çekilmesi konusunda çıtayı inkar edilemez şekilde yükseltti.
“Taken”da Paris kentinin çelişkilerini gösteriyorsunuz. Kentin çok iyi tanınan bölgeleriyle daha az bilinen çevreleri arasındaki çelişkiyi öne çıkarttığınızı görüyoruz. Mekan taraması yaparken öncelikle neyi aradınız?
Eyfel Kulesinin veya Trocadero’nun önünde poz veren karakter gibi alışılmış klişelerden kaçınmak suretiyle Paris’in çok farklı bir fotoğrafını ortaya koymak istedim. Ancak bunu yaparken bu filmin konusunun Paris’te geçtiğinin hemen fark edilir olmasını garantilemeyi de hedefledim.Turistik tuzaklardan uzak durarak tipik Paris mekanları aradık. Bu da filmin çekimlerini Fransa’daki başkanlık seçimlerinin hemen ertesi günü Champs Elysees’te tamamlamak anlamına geliyordu. Yeni başkan caddede geçit töreni yapmaya karar verdiği için Paris caddelerinin neredeyse yarısı polis tarafından kapatılmıştı. Durum böyle olunca o sahneyi polislerle çevrelenmiş şekilde filme aldık.
“The Bourne Identity”deki görkemli takip sahnesini akla getiren takip sahnesi örneğinde olduğu gibi bir aksiyon filminin olmazsa olmaz bölümleriyle ilgili sizin yaklaşımınız nedir?
Tek yönlü trafikteki o takip sahnesini kuşkusuz herkes hatırlar. Gece çekimi yaparak herşeyi biraz daha komplike hale getirebileceğimizi düşündük. O sahnelerde şiddetli çarpışmalara yer vermedik. Takipçileriyle çatışmaya girmez ama tekneyle takip sözkonusu olduğuna göre çatışma çok da önemli değildir. Bu noktada hızlı ve yetenek daha önem kazanır.
Teknedeki son sahnede ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Sondaki çatışma sahnesi çok sayıda tekrar gerektirdi. Çünkü olağanüstü titizlikle yapılması gerekiyordu. Bu aynı zamanda güvenlik açısından da geçerliydi. O sahne üzerinde çalışırken havada ıslık çalarak hareket eden bıçaklar gibi tehlikeli araçlara ihtiyacımız vardı. Bıçaklarımız çok keskin değildi ama oldukça dar alanda çekileceği için terslik çıkması diye çok sayıda prova yaptık.
Storyboardlar (Her sahnenin önceden ayrı ayrı çizimi) üzerinden mi çalışıyorsunuz?
Storyboard kullanarak çekim yaparım ama asla bağımlı kalmam. Bence storyboard bir araçtır. Diğer departmanlarla tartışma yapabilmek için temel sağlar. Ancak herhangi bir fotoğrafın işlevinden daha fazla önemi yoktur. Filmin setinde kendinizi neyi temsil ettiğinize paralel olarak uyarlamanız gerekir. Bu filmin post-prodüksiyon aşamasında karmaşık hiçbir şey yoktu. Örneğin tüm patlamalar canlı olarak çekildi. Böylece oldukça esnek kalma fırsatını elde ettim.
Filmografi
Yönetmen Olarak
2009 The Messenger
2008 Taken
2004 Banlieue 13 (District 13)
Görüntü Yönetmeni Olarak
2007 Rogue (Yön: Philip Atwell)
Love & Other Disasters (Yön: Alex Keshishian)
Taxi 4 (Yön: Gérard Krawczyk)
2005 Danny The Dog (Yön: Louis Leterrier)
2004 L’Américain (The American) (Yön: Patrick Timsit)
2002 The Transporter (Yön: Corey Yuen)
Liam Neeson ile söyleşi
Portresini çizdiğiniz karakterin geçmişindeki gizli ajan kimliğinden çok, kızını çok seven baba kimliğiyle tanımlanmış olması nedeniyle oldukça ilginç bir gerilim filminde oynadınız. James Bond’la kıyaslayınca daha çok anti-kahraman olarak tanımlanabilecek Bryan rolünün sizce en cazip yönü neydi?
Evet, duygusal düzeyde yüksek hedefleri ve hızlı temposu olan bir gerilim filmi yapma fikrini çok sevdim. Hepsinden önemlisi Bryan karakterinin kızını idolleştiren bir baba olduğunu görürüz. Ancak şunu da söyleyeyim, James Bond’u oynamak bugüne kadar fantezilerim arasında hiç yer almadığı halde gerçek film kahramanları gibi ateş etmek, yarış arabası sürücüleri gibi araç kullanmak hoşuma gitti. Ayrıca çok fazla takdir ettiğim Luc Besson’un yapımcılığını üstlendiği bir filmde çalışmayı isterdim.
Bugüne kadar ki kariyerinizde oynadığınız karakterlerin çoğunun fiziksel duruşunun ve hümanizm boyutunun öne çıktığını görüyoruz. Bunların sizin markanız haline geldiğini söyleyebilir misiniz?
Bu konuda herhangi bir perspektifim yok. Tanrı vergisi oyun gücümü kullanarak oynarım. Dürüst olmak gerekirse, bu rol içinden neden beni seçtiğini Pierre ile hiç konuşmadık. Ancak hümanist boyutu güçlü karakterlere karşı eğilimim var. Bu da karmaşık duygu çeşitlemelerinin bir araya geldiği roller anlamına gelir ki, bu filmde Bryan karakterinde hepsi fazlasıyla vardır.
Martin Scorsese, Steven Spielberg, George Lucas ve Ridley Scott gibi A sınıfı yönetmenlerle çalıştınız. Onlara kıyasla “daha genç” bir yönetmenle çalışmak heyecan verici oldu mu?
İnanın bana, Pierre Morel kesinlikle acemi çaylak değildir! Özellikle görüntü yönetmenliği alanında büyük deneyim kazandığını, sonra bunu yönetmenlikle güçlendirdiğini gözardı etmemek gerekir. Özellikle “Banlieue 13” adlı çalışmasının özgün yapısı hoşuma gitti. Bir yönetmende olması gereken olağanüstü ritm ve enerjiye sahip olduğunu gösteriyordu. “Taken” gibi bir film için bu özellikler çok önemliydi. Ayrıca Pierre’nin kamerayı kendisinin kullanabilmesini de sevdim.
Kızı kaçırılan bir babanın yerine kendinizi koymak, duygusal açıdan zor mu oldu?
Bir baba olarak bundan daha kötüsünü hayal edemem. Böyle bir durumda kendi tepkinizin ne olacağını ister istemez merak ediyorsunuz. Onu kaçıranlara ne yapacağınızı kafanızdan geçirince, çocuğunuzu kurtarmak için herşeyi yapabileceğiniz sonucuna varıyorsunuz. Bunu özellikle ilginç bir konu olarak görüyorum. Çünkü geleneksel olarak şiddete karşı bir insanım. Özellikle de Bryan’ın bu filmde başvurduğu türden şiddete… Ancak burada “ya onlar ya ben” durumu sözkonusu olduğu için Bryan’ın şiddete başvurmakla ilgili mantıklı bir sebebi vardır.
Oynadığınız karakterin, Famke Janssen gibi çok güzel bir kadından ayrılmış olması sizce inandırıcı mıdır?
Famke Janssen gerçekten çok güzel bir kadın. Ancak senaryoda onun beni terk ettiği özellikle işaret edilmiş.
Filmde oynamak için ne gibi fiziksel hazırlıklar gerekti?
Çok fazla! Normalde sağlıklı bir bedenim vardır ama düzeyimi yükseltmek ve yoğun eğitim almak zorunda kaldım. Aksiyon sahneleri özellikle ustalık ve beceri ister. Nasıl hareket ettiğinize, vücut pozisyonunuza dikkat ederken bu arada gözlerinizi ekrandaki partrenizden hiç ayırmamalısınız. Çok fazla enerji, bu arada güvenlik tedbiri gerektirir. Böyle filmler her defasında yeni bir meydan okumadır.
Çatışma sahnelerinden keyif aldınız mı?
Evet, içinizdeki çocuğun dışarı çıktığını hissediyorsunuz. Eğitimler sırasında iyi hocalarınız olduğu sürece dövüş sahneleri büyük bir zevkle yaptığınız bir dansa dönüşüyor.
Fransız teknik ekiplerle ilk kez birlikte çalıştınız. Daha önceki deneyimlerinizden çok farklı mıydı?
Fransızlarla çalışmanın güzel bir yanı, kamera arkası ekiplerinde daha fazla kadın olmasıydı. Film setlerinde kadın ve erkeklerin enerjisinin bir araya gelmesi konusunda çok hassasımdır. Ancak İngiliz ve Amerikan film ekiplerinin ezici çoğunluğu hep erkekler olur. Ayrıca Fransızların ortaya koyduğu çalışma saatlerine de hayranım. Gerçekten çok uygarcaydı. Dövüş sahneleri arasında verilen molalarda dinlenme fırsatı pek olmuyordu ama Fransızlar gece çalışmadığı için kendimize gelmek için önümüzde koskoca bir gece vardı. Bu arada Paris’teki gece hayatının muhteşem olduğunu söylememe gerek var mı?
Seçilmiş Filmografi
2008: Taken (Yön: Pierre Morel)
2006: Breakfast on Pluto (Yön: Neil Jordan)
The Chronicles of Narnia: The Lion, The Witch, and the Wardrobe (Yön: Andrew Adamson)
2005: Batman Begins (Yön: Christopher Nolan)
Kingdom of Heaven (Yön: Ridley Scott)
2003: Love Actually (Yön: Richard Curtis)
Gangs of New York (Yön: Martin Scorsese)
2002: K-19: The Widowmaker (Yön: Kathryn Bigelow)
1999: The Haunting (Yön: Jan de Bont)
Star Wars: Episode I: The Phantom Menace (Yön: George Lucas)
1998: Les Miserables (Yön: Bille August)
1997: Michael Collins (Yön: Neil Jordan)
1996: Before and After (Yön: Barbet Schroeder)
1995: Rob Roy (Yön: Michael Caton-Jones)
Lumiere Et Compagnie (Yön: John Boorman)
1994: Schindler’s List (Yön: Steven Spielberg)
1992: Husbands and Wives (Yön: Woody Allen)
Shining Through (Yön: David Seltzer)
1990: Darkman (Yön: Sam Raimi)
1989: The Dead Pool (Yön: Buddy van Horn)
Next of Kin (Yön: John Irvin)
1988: High Spirits (Yön: Neil Jordan)
1987: A Prayer for the Dying (Yön: Mike Hodges)
1986: The Mission (Yön: Roland Joffé)
1985: The Innocent (Yön: John Mackenzie)
The Bounty (Yön: Roger Donaldson)
1981: Excalibur (Yön: John Boorman)
Maggie Grace – Kim
25 yaşındaki Maggie Grace’in çoğunlukla televizyon olmak üzere yedi yıllık kamera önü deneyimi var. “Lost” dizisinde oynadığı Shannon Rutherford rolüyle dünya çapında şöhrete ulaşmadan önce “CSI” ve “Cold Case” gibi başka televizyon dizilerinde de yer almıştı.
Maggie Grace’in sinemadaki ilk başrolü, 1995 yılında Rupert Wainwright yönetiminde oynadığı “The Fog” adlı film oldu. Daha yakın dönemde ise, “The Jane Austen Book Club” ve “Suburban Girl”de kamera karşısına geçti. İkincisinde başrolü Sarah Michelle Gellar ve Alec Baldwin ile paylaştı.
Famke Janssen – Lenore
Hollandalı fotomodel Famke Janssen, Amerika’ya taşındıktan sonra filmlerde boy göstermeye başladı. İlk kamera deneyimini 1992 yılında “Fathers and Sons”ta yaptı. Birkaç televizyon dizisinde oynadıktan sonra 1995 yapımı “Goldeneye” adlı filmde James Bond’un kadın düşmanı rolüyle üne kavuştu.
“The Faculty”, “House on Haunted Hill” ve “Hide and Seek” gibi korku filmlerindeki rolleriyle tanınan Famke Janssen’in oynadığı diğer filmler arasında Robert Altman’ın “The Gingerbread Man” ve Woody Allen’ın “Celebrity” adlı filmleri de yer alıyor.
Famke Janssen daha yakın zamanda “X-Men” üçlemesindeki Jean Grey rolü ve “Nip/Tuck” adlı televizyon dizisindeki performansıyla akıllarda yer etti.