Son iki yılın İsrail filmleri
Dosyanın birinci bölümünü okumak için buraya tıklayın
İsrail sinemasında koşullar son dönemde daha da ağırlaştı. Film bütçeleri kısıldı, yeni filmlerin çekimi için fon kaynakları ayrılması görmezden gelindi. Ülkedeki tek film laboratuarı kapandı. Kısacası ufukta yerel sinemayı kurtarabilecek herhangi bir mucize gözükmüyor.
İsrail’deki koşullar bu kadar ağırlaşmış olduğu halde yine de umut besleyenler var. Herşeye rağmen umutlu olmak gerektiğini söyleyenler geçmişten örnek veriyorlar. Geçmişte de İsrail sinemasının krizler yaşadığını, her defasında bir mucizenin ortaya çıktığını; film yapımına birkaç yıl daha kol kanat gerecek ortamın doğduğunu, yeni bir kriz patlayana kadar sinemanın yaşayabildiğini öne sürüyorlar.
Kriz olsun olmasın İsrail’de her türlü olumsuzluğa rağmen son iki yıllık dönemde film yapımı devam etti. Bunun birçok sebebi vardı. Kimisi uyuşukluktan kurtulmak için film yaptı. Az sayıdaki bazı fanatik de, teslim olmayı reddettikleri için film üretimini sürdürdü. Reklam filmi veya televizyon filmi yapmak daha kolaydı. Kısa sürede çok para getiriyordu. Buna rağmen reklam filminin dayanılmaz cazibesine teslim olmamayı seçerek sinema filmi yapmayı tercih ettiler.
Tematik açıdan bakarsak, İsrail sinemasının son iki yıllık döneminde belirli bir eğilim öne çıkmadı, yeni bir tarz, yeni bir eğilim gelmedi. Kısacası İsrail sinemasının bugünü geçmişten farklı oldu. Yönetmenler ve senaryo yazarları ihtiyaç duydukları esin kaynağını her yerde arar gibi gözüktüler, daha seçkin projeler ortaya koymaya gayret ettiler.
Şimdi İsrail Sinemasında son iki yılda ön plana çıkan filmlere şöyle bir bakalım:
Saint Clara
Ori Sivan ile Ari Fulman’ın, Pavel Kohut’un aynı adlı kısa hikayesinden uyarladığı “Saint Clara” adlı film, totalitarizme ve baskıcılığa karşı başkaldırı niteliği taşır. Bu filmde, 12 yaşındaki bir kız peygamber vardır. Çevresine müritleri olarak genç insanlar toplanır ve hep birlikte geleceğe yürüyüşlerinin futurustik öyküsü anlatılır. 12 yaşındaki kız peygamberin çevresinde toplananlar, yetişkinlerin yozlaşmış dünyasına başkaldırır, yepyeni bir dünya kurmak isterler.
Bu film birçok uluslar arası festivalde ses getirerek Çek Cumhuriyeti’ndeki Karlovy Vary Festivalinde özel jüri ödülü kazandı. Üstelik global boyutları vardı. Kıyameti çağrıştıran kırmızı ağırlıklı renk düzenlemeleriyle dünyanın bildiğimiz anlamdaki sonunu simgeliyordu. Her ülkede geçebilecek konusuyla global boyutları vardı.
Everlasting Joy
İsrail Sinemasının son döneminde öne çıkan yapıtlardan birisi de felsefi ağırlıklı konusuyla “Everlasting Joy” oldu. Igal Bursztein’ın yönettiği filmde, “17. yüzyılın ünlü filozoflarından Baruch Spinoza, günümüz Tel Aviv’inin banliyölerinde yaşasaydı ne olurdu” sorusundan yola çıkılır. Spinoza’nın fikirlerinin, bugünün İsrail’indeki çağdaş modern yaşam ile çatışması ön plandadır.
Mr. Baum
Assi Dayan’ın “Mr. Baum” adlı filmi de son iki yılın gündemindeydi. Assi Dayan’ın “Agfa” adlı filmiyle başlatarak üçlemeye dönüştürdüğü ve “benim kişisel hayat felsefem” olarak tanımladığı serinin ikinci filmi olan “Mr. Baum”da sadece 92 dakikalık ömrü kalan bir adamın öyküsü vardır. Filmin başlangıcında bu adamın sadece 92 dakika ömrü kaldığı izleyiciye açıklanır, adam gerçekten de filmin son sahnesi olan 92. dakikada ölür.
“Mr. Baum”un son 20 dakikalık bölümü çok önemli hayat felsefeleri içerir. Hayatın kendisinin de zaten bir kazadan (rastlantıdan) ibaret olduğu, dünya üzerinde yaşayan her insanın okyanusta birer ada gibi olduğu, tek tek insanların yaptığı hareketlerden diğer insanların suçlanamayacağı anlatılır ve şu mesaj verilir: Annenize, babanıza, karınızı, kocanıza, çocuklarınıza, arkadaşlarınıza ve akrabalarınıza inanmayın. Sizin kişisel huzur ve rahatınızı olumsuz etkilemedikleri sürece hiçbirisini önemsemeyin! Çünkü siz ölüp gittikten sonra onlar kendi yaşamlarını sürdürmeye devam edeceklerdir!
Lovesick
Shabi Gabizon’un yönettiği “Lovesick”, Tel Aviv’deki hayattan farklı bir kesiti gözler önüne serer. Tel Aviv’in genellikle göçmenlerin yaşadığı küçük bir semtinde bir korsan kablolu televizyon operatörü ile büyük kentten gelen çok güzel bir sarışın arasındaki imkansız aşk hikayesi anlatılır. Filmin başrolünde Moshe Ivgi oynadı.
Passover Fever
Shemi Zarhin’in ilk yönetmenlik sınavı olan “Passover Fever”da, Musevilerin “Hamursuz Bayramı” olarak bilinen “Passover” gecesi için toplanan kalabalık bir aile üyelerinin kendi aralarında iletişim sağlayabilmek için gösterdikleri çabalar anlatılır. Filmin başrolünde oynayan Gila Almagors, ailesi üzerinde egemenliğini sağlayan, aileye kendi kurallarını koyan kadın rolünü başarıyla oynadı.
Fragments – Jerusalem (Kudüs’ten Kesitler)
Günümüz İsrail sinemasının en ilginç ürünleri elbette ki, kurgudan çok gerçeğe dayalı olan belgesel çalışmaları oldu. İsrail yapımı belgesellerin en iyisi, Ron Havilios imzasını taşıyan “Fragments – Jerusalem” adlı filmdi. Altı saat süreli bu belgesel kelimenin tam anlamıyla bir sevgi ürünüydü. Yapımı yıllarca sürdü. Kudüs kentinde yaşanan politik, etik ve dini çatışmalara son derece samimi kişisel bakış açısı getirdi.
Ancak konusu ne kadar ilginç olursa olsun belgeseller her zamanki gibi sinema salonlarında gösterim şansı bulamadılar. Dolayısıyla televizyon ekranlarının ötesine gidemediler. Sinema salonları ise kurguya dayalı uzun metrajlı filmlere, özellikle de Amerikan filmlerine kaldı.
Uzun metrajlı konulu filmlere gelince, bir sonraki aşamada neler olacağını önceden kestirmek çok zor… Televizyon ekranında gösterilenlerden biraz daha derin konuya sahip yeni bir filmin sinemalara ne zaman izleneceği bilinemiyor. Yapılan az sayıda kaliteli film de, seyircinin ilgisizliği yüzünden gösterim şansı bulamıyor.
“Passover Fever”ın son sahnelerinde Hamursuz Bayramı gecesinde kar yağar. Bir çiçek buketinin adeta uçarcasına büyülü şekilde süzüldüğünü görürüz. Sanki bizlere bir mucizenin gerçekleşeceğini haber verir gibidir. Eğer mucizeler her zaman olabilecekse, İsrail sinemasının geleceği adına sıkılmak için bir sebep yok demektir.
İsrail sineması için artık bütçe ayrılmıyor. Hükümetin de sinemayla özel olarak ilgilenir gibi bir hali yok. Filmlerin her parçasının ülke dışında geliştirilmesi gerekiyor. Ama İsrail sinemasına damgasını vuran yetenekli yönetmenler var olduğu sürece her türlü engele rağmen çözümler de bulunacaktır. Ancak ne zaman, nerede ve nasıl olacağını sormayın. Zaten mucizelerin de ayrıcalığı önceden kestirilemez oluşlarında değil midir?
Gelecek hafta: Kutsal Topraklarda Sessiz Sinema çağı.