Terminator: Salvation
Yönetmen McG
Oyuncular Christian Bale, Sam Worthington, Moon Bloodgood, Helena Bonham Carter, Anton Yelchin, Bryce Dallas Howard
Senaryo John D. Brancato, Michael Ferris
Yapımcılar Derek Anderson, Moritz Borman, Victor Kubicek
Görüntü Yönetmeni Shane Hurlbut
Prodüksiyon Tasarımı Martin Laing
Kurgu Conrad Buff IV
Kostüm Tasarımı Michael Wilkinson
Set Dekorasyonu Victor J. Zolfo
Özgün Müzik Danny Elfman
Yapım Stüdyosu The Halcyon Company, Intermedia Films
Türkiye Dağıtımı Warner Bros. Türkiye
Gösterim Tarihi 5 Haziran 2009
Terminatör: Kurtuluş Yapım Bilgileri
Sonun başlangıcı…
Yıl 2018… Mahşer Günü gelip, modern uygarlığı yıkarak geçti. Bir Terminatör ordusu kıyamet sonrası dünyada kol geziyor, terk edilmiş şehirlerde ve çöllerde saklanan insanları öldürüyor ya da yakalıyor. Ama hayatta kalan insanlardan oluşan küçük grupların organize olarak kurduğu Direniş hareketi, yeraltı sığınaklarında saklanıyor ve fırsat bulduğunda kendilerinden sayıca çok üstün düşman kuvvetlerine vuruyor.
Terminatörleri kontrol eden Skynet, 14 yıl önce bilinç kazanmış ve bir anda yaratıcılarına baş kaldırıp habersiz dünyaya nükleer kıyımı getirmiş bir yapay zekâ… Mahşer Günü’nün geldiğini gören yalnızca bir kişi var. Kaderi, insanlığın kaderiyle bağlantılı olan tek kişi: John Connor…
Dünya şimdi Connor’un hayatı boyunca uyarıldığı geleceğin eşiğinde. Ama yepyeni bir şey, insanlığın bu savaşta bir şansı olduğuna dair inancını sarstı: Bu garip, yeni dünyada uyanmadan önce son hatırladığı, idam sırasını beklemek olan Marcus Wright’ın (Sam Worthington) ortaya çıkışı…
Connor, Marcus’un güvenilir biri olup olmadığına karar vermek zorundadır. Ancak Connor ve Marcus, Direniş’i tamamen bitirmek için yeni stratejiler geliştiren Skynet’in bitmek bilmeyen saldırılarına karşı koyabilmek için ortak bir zeminde durmalı, Skynet’e sızıp düşmanla yüz yüze gelmelidirler.
“Kader Değil Bizim Yaptıklarımız”: Sonun Başlangıcı
“Terminatör Kurtuluş / Terminator Salvation”ın merkezindeki insan dramı, Mahşer Günü ertesinde, bombalanmış, kıyamet sonrası Amerika’da geçer.
“Mahşer Günü’nden sonra dünyanın hikâyesini anlatıyoruz,” diyor McG. “Bu John Connor haline gelmenin, Kyle Reese haline gelmenin, Skynet’in güçlenmesinin ve son tahlilde insanlığımızın nerede yattığının hikâyesi. Bu, insanoğlunun makinelere karşı ayaklandığı bir an.”
Uzun zamandan beri vaat edilen “Terminatör” geleceğini hayata geçiren McG, gerçekliğini kaybetmemiş bir vizyon yaratmak istedi. Oyuncuları yeşil ekran önünde çekmek istemedim; onların fiziksel olarak var olan Terminatörlere tepki vermelerini istedim,” diyor yönetmen. “Atmosferin hissedilmesi içni terk edilmiş Batı Amerika’yı, zorlukları simgeleyen bir alanı kullanmak istedim. Patlayan bombalar ozon tabakasına zarar verdiği için gökyüzünün rengi değişmiş. Dünya farklı bir nitelik kazanmış; bir şeylerin ters gittiğini hemen fark ediyorsunuz.”
Halycon Company’deki ortağı Victor Kubicek’le birlikte “Terminatör” haklarının sahibi olan yapımcı Derek Anderson, “McG tanıştığımızda, sahip olduğu vizyonun bizim kafamızdakine çok yakın olduğunu anladık,” diye anımsıyor.
“Bunca yetenek, öyküye karşı gösterdiği heves ve tutkuyla, onun bu film için doğru yönetmen olduğu inkâr edilemezdi,” diyor Kubicek. “Başaracağını biliyorduk.”
McG “Terminatör Kurtuluş/ Terminator Salvation”ı, hayatının büyük bölümünü serinin hayranı olarak geçirdikten sonra yönetti. James Cameron tarafından yazılıp yönetilen “Terminatör / The Terminator” 1984 yılında gösterime girdi ve Arnold Schwarzenegger’in canlandırdığı Cyberdyne Sistemleri 101 T-800 Modeli’ni dünyaya tanıttı. T-800, yaratıcısı olan yapay zekâ Skynet tarafından, Direniş’in gelecekteki liderinin doğmasını engellemek için gönderiliyordu. Ancak söz konusu lider, Kyle Reese (Michael Biehn) adında bir askeri Sarah Connor (Linda Hamilton)’ı koruması ve sonunda büyüyüp Skynet’in en büyük rakibi olacak çocuğun babası olması için geçmişe yolluyordu.
“İlk filmde Terminatör’le ilgili öğrendiğiniz bir şey, onun sürekli gelmeye devam eden, durdurulamaz bir canavar olduğuydu,” diyor McG, “avını sonuna kadar takip eden bir makine; paramparça olduğunda bile, siz ölene kadar durmayacaktır.”
Cameron’ın devam filmi, “Terminatör 2: Mahşer Günü / Terminator 2: Judgment Day,” 1991 yılında gösterime girdiğinde dünya çapında bir gişe fenomeni haline geldi. Sarah Connor akıl hastanesindedir ve ergenliğe ulaşmış oğlu, John Connor, kendisini karmaşık bir T-1000 Terminatör (Robert Patrick)’e karşı savunmak zorundadır. Ancak gelecekteki John Connor, küçüklüğünü koruması için yeniden programlanmış bir T-800 (Arnold Schwarzenegger) gönderir. Sarah, John ve yeni müttefikleri birlikte T-1000’i atlatmaya ve Mahşer Günü’nü engellemeye çalışırlar.
“’T2′ gösterime girdiğinde 17 yaşındaydım, ABD’ye yeni gelmiştim,” diyor “Terminatör Kurtuluş / Terminator Salvation”da John Connor rolünü üstlenen Christian Bale. “Sinemadaki heyecanı hatırlıyorum, daha önce böyle bir şey görmemiştim. Film sırasında hiçbir şey duyamıyordunuz çünkü herkes çığlık çığlığaydı.”
Yönetmen Jonathan Mostow 2003 yılında “Terminatör 3: Makinelerin Yükselişi / Terminator 3: Rise of the Machines” ile ilk üçlemeyi bitirdi. Bu filmde, Connor (Nick Stahl) ve annesinin hayatlarını önlemek için geçirdikleri korkunç olay -Mahşer Günü- Skynet’in emriyle dünyada nükleer savaşı patlatır.
“Terminatör 3”ü ortaklaşa yazan John Brancato ve Michael Ferris, “Terminatör Kurtuluş/ Terminator Salvation”ın senaryosunu yazmak için döndüler. Brancato “Orijinal Terminator üçlemesini dünyayı yok ederek bitirdiğimiz için, zamanda yolculuk yapan Terminatörler kuyusuna dönemezdik. Yeni filmin, bombalar patladıktan sonra olanları anlatması gerekiyordu,” diyor.
Ferris şunları ekliyor: “İnsanlar ve makineler arasında uzun zamandır öngörülen savaştan söz etmek istedik; bu da bize serinin genel tonunu değiştirme fırsatı verdi. Önceki filmler tanıdık günümüz dünyasında geçiyordu; bu filmse karanlık, kıyamet sonrası gelecekte geçen bir savaş filmi.”
“Terminatör Kurtuluş / Terminator Salvation” 2018’de, eski “Terminatör” üçlemesini bitiren nükleer saldırıdan 14 yıl sonra geçiyor. “Terminator 3”te yürütücü yapımcı olarak görev alan yapımcı Moritz Borman, “Baştan beri, önceki filmlerin bugün bildiğimiz zaman çerçevesinde geçtiği gibi, “Terminatör Kurtuluş / Terminator Salvation”da önceki filmlerde ipuçları verilen geleceği göstermeye başlayacağımıza dair bilinçli bir karar almıştık,” diyor. “O nedenle Kyle Reese’in hâlâ bir ergen olduğu ve bizim bildiğimiz şeyleri, özellikle öyküyü harekete geçiren zaman yolculuğunu henüz keşfetmedikleri bir zamana sıçrıyoruz. Bu filmde sonunda, daha önceden hakkında uyarıldığımız savaşın ortasındayız ve Connor’ın direnişin başına geçişini izleyebiliyoruz.”
“`Terminatör Kurtuluş/ Terminator Salvation’da”, diyor Bale, “Skynet dominant ama hâlâ evrim aşamasında. İnsanlar kesinlikle dışarıda. Sırtları duvara dayalı, durumları ümitsiz. Bu, insanlığın hayatta kalması için son çaba.”
“İnsanlar için her şey zor artık,” diye katılıyor McG. “Yemek bulmak zor, enerji elde etmek zor. Her şey kıt. Ve sürekli avlanıyorsunuz.”
Ne olursa olsun, diye belirtiyor Borman, “İnsanlık için bir umut olmalı. Yaşam biçimlerinde makinelerden sonra bir gelecek olduğuna, dünyanın yeniden küllerinden doğacağına inandıklarını gösteren bir şeyler olmalı. Ve umutları, elbette ki John Connor’a bağlı.”
“Bunu Dinliyorsanız, Direniş Mensubusunuz Demektir”
McG, devasa “Terminatör” destanının merkez noktası olan karakteri canlandırması için, film hakkındaki vizyonunun kritik bir bileşeni haline gelen Christian Bale’i seçti. “Christian harika bir yeteneğe sahip ve gerçekten işbirliğine yatkın bir oyuncu,” diyor yönetmen. “Christian’ın sahip olduğu ağırlık ve duruşu perdeye yansıtabilecek çok az oyuncu var.”
Yapımcılar, Londra’da “The Dark Knight/ Kara Şövalye”yi çektiği sırada Bale’in peşine düştüler. “McG’nin Christian’la buluşması için zaman ayarladık,” diye anımsıyor yürütücü yapımcı Jeanne Allgood. “Christan başlangıçta tereddüt ediyordu çünkü bunun sıradan bir aksiyon filminden fazlası olup olmayacağını bilmesi gerekiyordu.”
Yapım sürecinin başlarında, yeni bir John Connor vizyonu şekillenmeye başladı. “Mahşer Günü’nü yaşamış ve artık çok daha yaşlı biri,” diyor Bale. “Böyle bir olayı görmek herkesi değiştirir; o nedenle pek çok yönden farklı biri artık.”
Connor Direniş’in ön saflarında savaşmaktadır ama henüz lideri olmamıştır. Skynet’teki yeni gelişmeler, onun gelecek hakkında annesinin anlattıklarıyla şekillenen hayallerini sarsmıştır. Annesi geleceğin kesin olmadığına inanmışken, Connor kendi doğumuyla sonuçlanacak olayları başlatacak, yani Kyle Reese’i annesini korumaya gönderecek kadar yaşayacağına dair kuşkuları artmaktadır.
“John Connor, annesinin söz ettiği bir John Connor haline gelip gelemeyeceğini bilmiyor,” diye belirtiyor yapımcı Jeffrey Silver, “çünkü birçok muhtemel geleceğin var olduğunu biliyor. Bu, inanılmaz karmaşıklığa ve cesarete sahip bir karakter; Christian da böyle önemli bir rolün istediği çok katmanlı oyunculuğu başarıyla yansıttı.”
John Connor’ın dönüştüğü adam, aynı anda hem kendi genç halinin bir uzantısı hem de yepyeni bir kişi. Bale “Kesinlikle bir sürü sorunu olan biri, hayatı boyunca gelecek hakkında bir şeyler dinlemiş ve bu bilginin ağırlığını taşıyor. Ama annesi ona kendi yaptığımız dışında bir kader olmadığını söylemiş; bunu bildiği için de saklanıp her şeyin yoluna gireceğini düşünemez. Dışarı çıkıp savaşmalı. O bir savaşçı. Onu Achilles gibi bir karakter olarak görüyorum. Mücadeleyi seviyor. Ama askerlerin her gün uğraştıkları şeylerle -çok iyi arkadaşlarını kaybetmekle ve insanların o noktada bekledikleri lider olmadığı korkusuyla-savaşıyor.”
Direniş liderleriyle anlaşmazlıkları ve Skynet’in gücü ve yaratıcılığıyla ilgili korkularının yanında, yeni bir unsur Connor’ın inanarak büyüdüğü gelecek vizyonunu paramparça eder: Varlığından daha önce hiç söz edilmemiş bir adamın, Marcus adlı bir insan-makine melezinin ortaya çıkışı. John Bracanto, “Öykünün anahtarı, içsel çelişkileri büyük çatışmayı yansıtan Marcus Wright karakterini bulmaktı” diyor.
Bale’in canlandırdığı John Connor’ın karşısında güçlü bir anti kahraman yaratmak için, yapımcılar “Terminatör”ün yaratıcısı James Cameron’la önümüzdeki günlerde gösterime girecek olan “Avatar”da birlikte çalışmış olan Sam Worthington’a rol verdiler. “Sam sert adam kavramının temel tanımına karşılık geliyor ama aynı zamanda içten gelen, insani bir duyarlılık gösteriyor,” diyor McG. “Christian’ın karşısında ezilmiyor; Christian’ın ne muhteşem bir oyuncu olduğunu düşündüğünüzde, bu çok büyük bir başarı. Sam’in aradığımız adam olduğu en baştan belliydi.”
Marcus Wright’ın anımsadığı son şey, bir suçtan dolayı idama mahkum olmasıdır; bu dünyaya nasıl geldiğini ya da amacının ne olduğunu bilmemektedir. “Marcus idam sırasındaydı,” diyor Sam Worthington. “Ölüme mahkum edilmişti. Ama bu kıyamet sonrası dünyada uyanıyor ve neden ölmediğini anlamak için gerçeküstü bir maceraya çıkıyor.
Bale “Kimse Marcus’un gerçekte kim olduğunu bilmiyor,” diyor. “Bir sürü pişmanlıkla dolu bir geçmişi olan bir adam. Film boyunca ikinci bir şans istemekle ilgili bir tema var.”
Dr. Serena Kogen’in idam sırasındaki Marcus’u bulmasını sağlayan da ikinci şans kavramı. Cyberdyne Systems’ın genetik bölümündeki bir bilim insanı olan Serena’yı Helena Bonham Carter canlandırıyor. “Helena son teknoloji ile çalışan, çok becerikli bir bilim insanını oynuyor” diyor McG. “Kanser olduğu gerçeği onu harekete geçiriyor. Araştırmasının insanlara ikinci bir şans verebileceğine yürekten inanıyor ama çalışması Skynet’in eline geçiyor ve bunun sonuçları makineler için devrim niteliği taşıyor. Marcus’a `araştırma’ için bedenini bağışlamasını söyleyen ve Marcus’un ölmeden önce yüzünü gördüğü son kişi Serena.”
Bu tuhaf, yeni dünyada başıboş; çalıntı kıyafetler giyen ve “ölüm”den sonra kendisine neler olduğunu anlamaya çalışan Marcus, saldırgan bir Terminatör’den Anton Yelchin’in oynadığı, kendisini Kyle Reese olarak tanıtan bir genç tarafından kurtarılır. Yelchin “Marcus terk edilmiş bir binada bir T-600’ün açtığı ateşle karşılaşıyor,” diye anlatıyor. “Birdenbire ortaya çıkan bir çocuk onu yakalayıp kurtarıyor. Bu çocuk, Kyle Reese. İlk filmdeki gibi, `Yaşamak istiyorsan benimle gel’ dediğini duyuyoruz.”
Sonunda Sarah Connor’ı kurtarmak için zamanda geriye gidecek olan Kyle, bu noktada hayatta kalmaya çalışan bir yeniyetmedir. “Azimli, dayanıklı ve hayatta kalmaya kararlı,” diyor McG. “Bu niteliklerin belli olduğu, `Terminatör’de yetişkin Kyle’ı canlandıran Michael Biehn’in genç versiyonuna ihtiyacım vardı çünkü hikâyemiz, onun geçmişe gidişinden on yıl kadar önce geçiyor.”
Kendini bildi bileli bir “Terminatör” hayranı olan Yelchin, Kyle Reese’in ergenlik yıllarını oynama fikrini çok heyecan verici buldu. “McG ile karakterin ilk filmdeki sert adam haline gelmeden önce bir çocuk olarak neler yaşadığını konuştuk,” diye mırıldanıyor. “Daha yaşlıyken neden daha sert ve güçlü? Çocukken de bundan izler taşıdığını görüyorsunuz. Kyle bulduğunu yiyerek, her gün hayatta kalmış. Etrafı T-600’lerle ve pek dostça olmayan başka insanlarla çevrili.”
Kyle John Connor’dan gelen kısa dalga radyo yayınlarını dinler ve Direniş’te ona katılmayı hayal ederken, Connor Kyle’ı aramaktadır. “Connor babası olan ama şu an genç bir çocuk olan Kyle’ı arıyor,” diyor Bale. “Kyle’ın gelecekte oynayacağı önemli rol hakkında hiçbir fikri yok; Connor da ona bunu söyleyemez. Zaman yolculuğu sizi gerçekten mahvedebilir,” diye gülümsüyor.
Ama Kyle bu yolculukta yalnız değildir. Yanında, savaşın ve yerinden olmanın yarattığı travmayla dilsiz olan Star adında, dokuz yaşında bir kız vardır. Jadagrace Berry’nin oynadığı Star, bir Terminatör’ün varlığını ortaya çıkmadan önce hissetmek gibi inanılmaz bir yeteneğe sahiptir ama daha önemlisi, varlığı Kyle’a hayatta kalmak için büyük bir amaç vermektedir. “Kız Kyle için en hassas noktayı oluşturuyor çünkü Kyle Star’I ana sorumluluğu olarak görüyor,” diyor Yelchin. “Bence kız olmasaydı, Direniş olsun olmasın Kyle o kadar azimli olmazdı.”
“Star filmde bir bakıma masumiyetin vücut bulmuş hali,” diyor McG. “Umudu simgeliyor. Yüzüne bir kez baktığınızda, `Bunun için savaşıyoruz. Böyle insanları hayatta tutmak istiyoruz. Gelecek bu’ diyorsunuz. Dünyanın daha önceki halini hatırlayanların aksine, makinelerin uyguladığı şiddetin hakim olduğu bir dünyada büyümüş. Bu ona makinelerin gelişini hissetme yetisi kazandırmış; böylece arada sırada çok önemli yardımlarda bulunabiliyor.”
Günden güne hayatta kalma savaşı veren Kyle, Star ve aralarına katılan Marcus yolda rastladıkları başka insanlar tarafından yardım görür ya da tehdit edilirler. Bu insanlardan biri de Jane Alexander’ın oynadığı Virginia’dır. Grubun geri kalanı üçlüyü almak istemezken, Virginia kıt kaynaklarını onlarla paylaşmakta ısrar eder. Worthington gözlemlerini “İşin ilginç yanı, burası yaşamanın zor olduğu ama Marcus’un insani nezaket ve merhameti gördüğü tek yer olması.”
Marcus, Kyle ve Star bir Hasatçı’nın saldırısına uğrayınca aniden ayrılırlar. Hasatçı, birçok kolu ve bacağa sahip dev bir böceğe benzeyen ve avlarını bir Taşıyıcı’ya yükleyip Skynet’e götüren bir makinedir. Büyük Avcı – Katillerden iki tekerlekli ince Moto-Terminatörlere kadar bir Terminatör ordusu tarafından açık yollarda, köprülerde ve nehirlerde kilometrelerce takip edilen Kyle ve Star sonunda Hasatçı tarafından yakalanır ve Taşıyıcı’ya konurlar. Kaderleri bilinmemektedir.
McG “Bu kısım makine dünyasının kalp kıran yanı,” diye yorumluyor. “İnsanoğlu olarak elinizden gelenin en iyisini yapabilirsiniz ama yine de yeterli olmaz. Bu makineleri yenemezsiniz. Kyle ve Marcus ne yaparsa yapsın, yetmiyor. Durdurulamıyorlar.”
Yakalanmaktan kurtulan Marcus, Hasatçı’dan insanları kurtarmakta başarısız olan ve düşen bir A-10 jet uçağından atlamak zorunda kalan bir pilotun hayatını kurtarır. Pilotun çarpıcı Blair Williams olduğu ortaya çıkar. Blair Marcus’u Direniş üssüne götürür. “Blair harika bir pilot ve savaşçı,” diyor McG. “Nasıl manevra yapılacağını, makinelerin nasıl yok edileceğini ve en önemlisi, nasıl hayatta kalınacağını biliyor. Hayatını kurtaran Marcus’a karşı kendini borçlu hissediyor.”
Blair Williams’ı canlandıran ve yapımcıların bu kendine güvenen Direniş savaşçısı için düşündükleri tüm özelliklere sahip olan Moon Bloodgood, bir yandan da “Terminatör” filmlerinin karakteristik özelliği olan feminen gücü yansıtıyor. McG “Yani, Los Angeles’a nükleer bomba düşse, hayatta kalan tek kadın Moon olurdu”, diyor şakayla karışık. “O nedenle rolü aldı.”
Direniş üssüne giderken, Marcus bir mayın yüzünden yaralanır. Direniş’in karargâhına götürülen Marcus, Bryce Dallas Howard’ın oynadığı, John’un eşi, Kate Connor tarafından tedavi edilir. “Mahşer Günü’nden sonraki yıllarda Kate bu koşullarda alabileceği en iyi eğitimi alarak doktor olmuş,” diyor Howard. Bulduğu kitapları okuyup mümkün olduğunca çok kişiyle konuşarak hayatta kalmalarını sağlayan değişik teknikler öğrenmiş.”
Kate aynı zamanda süregelen savaşta Connor’ın ortağıdır. “John bir asker, Kate de bir doktor; bu nedenle birbirlerine sıkı sıkıya bağlı, güçlü bir ekip oluşturuyorlar,” diyor McG. “İkisi de liderlik etmek için gereken yüksek zekâya ve güçlü iradeye sahip. Direniş’i yönetmeye layık bir Kate Connor bulmak çok önemliydi; Bryce’ın, John Connor’a bir şey olması halinde her şeyi yönetebileceğine insanları inandıracak zekâ ve zerafete sahip olduğunu düşündüm. Kate ve Blair, `Terminatör’ filmlerindeki güçlü kadın karakter geleneğini sürdürüyorlar.”
Marcus’un insan kalbi, beyni ve dış görünüşüne ancak bir robotun iç mekanizmasına sahip yeni ve bilinmeyen bir Terminatör modeline dönüştürülmüş olduğunu ilk gören kişi Kate olur.
Bu dönüşümden habersiz olan Marcus, idamının yeni bir varoluşun başlangıcı olduğu gerçeği altında ezilmektedir. “Marcus’un kolları ve bacakları metal ama kalbi ve beyni hâlâ insana ait; sorun da burada,” diyor Worthington. “İnsanlığını koruması için bu kadarı yeter mi? İnsan olduğuna inanıyor ama Blair dışında herkes -muhtemelen Skynet de-onun düşman olduğunu düşünüyor. Bence bu film, Marcus karakteri yoluyla insanların seçiminin ve iradelerinin gücünü inceliyor. Makinelerle desteklenmiş olsa bile, gerçek bir insan kalbi taşıyor.”
“Marcus’un bir melez olduğu anlaşılır anlaşılmaz, güven duygusu kalmıyor,” diyor Moon Bloodgood. “Ama Blair Marcus’un cesaretini ve mücadelesini görüyor. Kimsenin görme şansı elde edemediği bir yanına tanık olmuş durumda. Marcus hayatını kurtarmış; kendisini Blair’e açmış. Blair John Connor’a karşı durmaktan korkmuyor çünkü sahip olduğu değerler John’unkilerden, hatta Skynet’I yenmekten bile daha önemli.”
Connor’ın gözleri ve kulakları olan ve kendisinden sonra kumanda eden Barnes, incelenene kadar Marcus’u izlemekle görevlendirilir. Barnes oyuncu ve müzik sanatçısı Common tarafından canlandrılıyor. Bale Common’u “Muhteşem,” diye tanımlıyor, “Karşılaştığım en sıkı adamlardan biri. Rahat ve tasasız biri, aynı zamanda iyi bir oyuncu. Karakteri Connor’ın yaverlerinden biri. Çok iyi iş çıkarıyor.”
Common “Barnes pek çok yönden ruhani bir savaşçı; insanlığın geleceği için Connor’ın yanında savaşıyor ve Marcus’u bir tehdit olarak görüyor,” diye anlatıyor. “Ama aynı zamanda kendisini ruhsal açıdan mücadelelerini, John Connor’ın kaderini anlamaya zorlayacak bir sürü şey yaşıyor. Bunların çoğu Marcus’la bağlantılı.”
Savaş alanında durum değişirken, Connor kendi stratejilerinin de değişmesi gerektiğine inanır. Bu, Connor’ı Direniş’in tanınmış lideri General Ashdown’la karşı karşıya getirir. General Ashdown’ı bilim kurgu yapımlarının deneyimli aktörü Michael Ironside canlandırıyor. Bale “Daha önce `Makinist/ The Machinist’te birlikte rol aldığım Michael Ironside, Direniş liderini oynuyor ve bu filmde anlaşmazlığa düşüyoruz. Ama o, bu tarz askeri bir oluşumun lideri olabileceğine inanacağınız biri” diyor.
John Connor Skynet’in sürekli evrim geçiren savaş stratejilerine karşı durmanın tek yolunun makinelerin yaşadığı yerde, Skynet’in kalbinde savaşmaktan geçtiğini anlar. Marcus, makinelerin arasına sızmak için gereken tek anahtar olabilir. Bale “Connor inanılmaz derecede umutsuz bir görev üstleniyor,” diyor. “Evet, silahları var ama bunun bir kaleye bir iki taş atmaktan farkı yok… Marcus karakteri dışında. Connor sıra dışı bir inanç gösterisiyle kendisi için oluşturduğu tüm kuralları yıkıyor. Makinelerin, insanlığın en iyi kısımlarını bize karşı kullanacağını biliyor. Öyleyse neden bir makine olduğunu bildiği birine nasıl güvenebilir ki?”
Tek umutları birbirlerine güvenmektir ama yalnızca bu güven yeterli olmayabilir. Yönetmen “İnsanlık gerçekte nerede yatar?” diye soruyor. “İnsan kalbinin gücünde mi? Başkası için ölmek istememizi ne sağlar? Bu, makinelerin ölçemediği bir şey…”
“Şeytanın Elleri Doluydu”: Bir Teminatör Ordusu İnşa Etmek
“Bu filmin en zevkli yanlarından biri, Skynet’in katalogundaki tüm makineleri görüyor olmanız,” diyor McG. “Modern bir ordu gibi: suda, karada ve havada giden makineler var… Bu dünyadaki tüm değişik Terminatörlere bakmak bile başlı başına bir macera; en becerikli ölüm makinesi T-800’ü üretene kadar Skynet’in tüm başarılı ve başarısız denemelerini görmek istiyorsunuz.”
Prodüksiyon tasarımcısı Martin Laing’in ve sanat yönetmenleri ekibinin çizimleri esas alınarak yaratılan ve “Terminatör Kurtuluş / Terminator Salvation”da dehşet saçan makineler ordusu, original T-800’ü tasarlayan efsanevi canavar yaratıcısı Stan Winston’ın yönetiminde hayat buldu. Ne yazık ki Winston filmin yapımı esnasında öldü. “McG “Stan bana çocukken kendisine arkadaşlık etsin diye hayali canavarlar yarattığını anlatmıştı,” diye anımsıyor. “Dünyada bunu yapan tek çocuk olduğunu hissettiğini söylemişti. Çocukluk arkadaşlarının, milyonlarca insanın sevgilisi olacağını bilemezdi herhalde. Ama en önemlisi, Stan yaptığı işi seven iyi bir adamdı. Stan Winston’la çalışma fırsatı bulmak gerçek bir onurdu. Bu filmi onun anısına adamak niyetindeyim.”
Stan Winston Studio’da bir efekt süpervizörü olan John Rosengrant bu Terminatör neslini yaratmak için 60 kişiden oluşan ekibin başına geçti ve tüm özel makyaj efektlerini kontrol etti. Winston başlangıçta Rosengrant’ı ilk “Terminatör” filminde çalışması için tutmuş ve sanatçının eğitmeni olmuştu. Bu, yıllar boyunca animatronik ve özel efekt teknolojisinde olay yaratan gelişmelerin yaşandığı, inanılmaz bir yolculuğun başlangıcıydı.
Rosengrant için bu yapımın istediği onca iş yaratıcılık gerektiriyordu. “’Terminatör Kurtuluş/Terminator Salvation’ın zorlu yanı, metali taklit eden hafif malzemeler bulmaktı,” diyor Rosengrant. “Boya teknolojisindeki son gelişmeleri kullanarak boyadığımız üretan ve plastik kombinasyonlarını kullandık ve metal görünümü elde ettik.”
“Terminatör Kurtuluş/ Terminator Salvation”da zorluk ayrıca “Terminatör” evreninde mantıklı uzantılar oluşturan Terminatörler yaratmak haline de geldi. “İlk üç filmde anlatılan zaman diliminden önce geçtiği için bir anlamda tersine mühendislik yapmalıydık,” diye açıklıyor Lang. “Dizüstü bilgisayarınızın on yıl önce tuğla kalınlığında olması ve zamanla incelmesi gibi, sizin bildiğiniz Terminatörler ince dizüstü bilgisayarları; bizim Terminatörlerimiz ise tuğla. Acımasızlıklarında daha ilkeller ve tasarımlarında daha büyükler.”
Tüm bunların üstünde, McG’nin aklında filmi, özellikle de makineleri renklendirecek belli bir estetik vardı. Yönetmen “Parlak, robotsu bir dünya istemedik,” diye ifade ediyor. “Temiz bir gelecek istemedim. Gerçekten sıkıntılı bir gelecek istedim. Makinelerin metalinde kirli bir küf olsun istedim; uzun süredir boyanmamış ya da temizlenmemiş Sovyet dönemi tankları gibi…” diye ifade ediyor.
Dahası, film Mahşer Günü’nden sonra geçtiği için, birçoğuna dair ipuçlarını önceki filmlerde gördüğümüz Terminatörlerin tüm modelleri görünüyor. “Ara bir dönemdeyiz,” diyor Christian Bale, “önceki filmlerde gördüğümüz 2029 yılı sahnelerinde, Skynet T-800 ve Avcı-Katil ordularının hakimiyetini elinde tutuyordu. Ama burada T-800’ün doğuşunu görüyoruz. Bugün, T-800’ün ilkel versiyonu olan bir sürü T-600 ve fenomen halindeki bir sürü makine var.”
Skynet’in en üstün piyadesi olan T-600 McG tarafından “T-800’den daha büyük ve vahşi” ve 2009 Mercedes Benz’e kıyasla ’57 model bir Buick gibi” olarak tanımlanıyor.
Sonunda T-800 haline gelecek olan, yüzüne basit bir plastik ve metal iskeleti saklamak için üzerine paçavra gibi kıyafetler geçirilmiş, iki metrenin üzerinde boyuyla devasa T-600 “Çorak arazileri dolaşıp kalbi aran her şeyi arayan, tek amacı öldürmek olan acımasız bir makine,” diyerek devam ediyor McG.
T-600ler mini bir makineli, dakikada 3.000 ila 6.000 mermi atabilen bir M203 alt ünitesi ve cephane dolu bir sırt çantası taşıyorlar. Yapımcılar T-600leri artık üretilmeyen ama sahada devriyelerine devam eden; yıpranmış, kamuflajlarını kaybetmiş, savaşta ya da doğa koşulları nedeniyle hasar görmüş bir şekilde tasarlamak istediler. Kyle Reese’in “Terminatör”de dediği gibi, “İlk modelleri fark etmek çok kolaydı.”
Mekanik ve insanlı kuklaların bilgisayar destekli grafiklerle birleştirilmesiyle yaratılan T-600ler filmde çeşitli onarım gerektiren aşamalarda görünüyorlar. Rosengrant “Bu onlara ürkütücü, zombi benzeri bir nitelik kazandırıyor; örneğin tüm alt çeneleri açılmış ya da yüzlerinin bir kısmı parçalanmış,” diyor.
Daha önceki filmlerde “gelecek sahnelerinde” görünen Terminatör hava aracına Avcı-Katil adı veriliyor. Avcı-Katil, kısaca A-Kler gökyüzünde devriye gezip devasa ışıklarla yeri tarıyor. T-600ler gibi A-Klerin “Terminatör Kurtuluş / Terminator Salvation” versiyonı da Skynet’in sonunda geliştireceği modele oranla daha ilkel bir canavar görünümü çiziyor.
Hayatta kalan insanları aramak için devriye gezen küçük cihazlara Aerostatlar adı veriliyor. Bu bir metre boyundaki hava gözcüleri arazi üzerinde vızıldayarak dolaşıyor ve insan yaşamına dair bir işaret arıyor. Dijital kamera ve lazer imaj teknolojisiyle donanmış olan Aerostatlar’ın yolladığı kablosuz mesajları alan Skynet, Hasatçı’yı gönderiyor.
McG “En sevdiğim Terminatörlerden biri Hasatçı denen, insanları toplayan makineler,” diye anlatıyor. Yaklaşık 20 metre uzunluğundaki Hasatçı, toraks benzeri vücudundan çıkan, avını yakalamak için kullandığı kıskaç benzeri parçalar eklenmiş çok sayıdaki çelik kol ve bacaklarıyla ve uzun saplardaki çoklu kameralardan oluşan gözleriyle bir örümceği andırıyor. “Görevi insanların saklandığı binalara girmek, avını yakalamak ve Taşıyıcılara koyup Skynet’e götürmek.”
Ancak bu stratejide başarısız olan Hasatçı Moto-Terminatörleri salıyor. “Hasatçı çok büyük bir canavar olduğundan, insanları toplarken kaçan birkaç kişi mutlaka oluyor,” diye devam ediyor Laing. “O nedenle, bir çobanın çoban köpeklerini kullanması gibi, Hasatçı’nın da motosiklete benzeyen ve insanların arkasından gidip onları geri getiren Moto-Terminatörleri var. Moto-Terminatörlerin öldürücü silahları da var ama amaçları kaçanları geri getirip Taşıyıcı’ya koyması için Hasatçı’ya teslim etmek.”
Bu kıvrak makineler McG’nin kişisel favorisi olan Ducati motosikletlerinden esinlendi. Yapımcıların teklif götürdüğü İtalyan firma, filme dahil olmaktan heyecan duydu ve çekimler için motoru güçlendirilmiş ve birbirinin eşi dört motosiklet verdi.
“Bu filmde Moto-Terminatörlerin inandırıcı görünmesi gerekiyordu, o nedenle Ducati’nin tasarım ekibine başvurduk,” diyor McG. “Ducatiler kıvrak, güçlü ve çevik makineler; Moto-Terminatörlerin dilini yaratmak için harika bir başlangıç noktası olduğunu hissettik.”
Görsel efekt ekibi, Moto-Terminatör görünüşünü gerçek Ducatiler üzerine giydirdi. Prodüksiyon ekibinin ayrıca Los Angeles’ta hazırladığı gerçek bir Moto-Terminatör de çekimlerde kullanıldı.
Skynet karada bu makineleri kullanmaktadır ancak denizler, göller ve nehirler için Hydrobot denen eşsiz bir sualtı Terminatörü geliştirmiştir. Bir metre uzunluğundaki suyılanlarını hatırlatan ve gözü olmamasına rağmen jilet keskinliğindeki kafalarıyla kurbanlarını matkap gibi delen Hydrobotlar, dolaştıkları sulardaki ses ve titreşimlere yanıt vermektedirler. “Hydrobotlar çok eğlenceli ve ilginç karakterler oldu,” diyor Rosengrant, “psikopat bir yengeçle bir tür deniz sürüngeninin karışımı. Önlerinde kıskaç gibi pençeleri ve burgu matkabına benzer bir kısımları var. Sizi bir kez yakaladı mı işiniz kesinlikle bitiyor.”
Bu makineler, Rosengrant ve ekibi için özellikle zorlayıcı oldu, ”sadece ne kadar detaylı olduklarından dolayı değil, suda çalışmaları ve çok sıkı bir şekilde cezalandırılmaları gerektiğinden dolayı da,” diye devam ediyor. “Suda çalışırken, normalde kullandığınız radyo kontrol cihazlarınızın büyük bölümü işe yaramaz; onun yerine kablo ya da pnömatik sistemlerle çalışırsınız. Hydrobotun boğuşulabilecek, oraya buraya atılabilecek, helikopterden fırlatılabilecek ve nesneleri delip geçecek kadar dayanıklı olması gerekiyordu; ama aynı zamanda kontrol edemeyeceğimiz kadar da ağır olmamalıydı.”
Ekip mümkün olduğunca hafif tutulan çelik iskeletlerin ve metal gibi görünecek şekilde boyanmış hafif üretan parçaların bir bileşimini kullandı. Rosengrant “Hiçbirimizin gerçek modelle yapılabileceğini düşünmediğimiz bir sürü ekstra çekim yaptık,” diye anlatıyor. “CGI efektleriyle desteklenmesi gerektiğini düşünmüştük ama ortaya çıkan sonuç hepimizi şaşırttı.”
Stan Winston kuklacılarının çeşitli mekanizmaları çalıştırmasını izleyen Bale, ekibin kendini adamışlığını ilham verici bulduğunu söylüyor. “Çok uzun süre alıştırma yaptılar ve doğru hareketleri yapmayı başardılar. Stan Winston’ın ekibinin işlerine verdikleri zahmetli detayları, inanılmaz sabırlarını ve yaptıkları işe duydukları eksiksiz sevgiyi görmek muhteşem bir şey. Yaptıkları işe tutkuyla bağlanan insanlar görmeyi seviyorum. Bu adamlar da model inşa etmeyi tutku haline getirmişler. Bir T-600’ün kafasını çevirip birine saldırırken gerçekten mükemmel görünmesi için uğraşıyorlar. İşlerini çok, çok ciddiye alıyorlar. Bence bu harika bir şey.
Ancak Skynet’in ürettiği modeller arasındaki en yaratıcı şey tamamen metal değildir: Robotsu yanlarını film sırasında öğrenen insan Terminatör melezi Marcus.
Marcus’un özel efekt makyajı ve protezlerini hazırlayan Rosengrant’ın ekibi, Marcus’un kendisini bulduğu çeşitli durumları yansıtmak için çeşitli varyasonlar geliştirdi. Bu durumlardan biri de Direniş tarafından yakalandıktan sonra iç iskeletinin tamamen görünmesi idi.
Marcus’un son teknoloji ile şekillendirilmiş büyük protez parçaların, makyajın ve CGI efektlerinin bir bileşimiyle oluşturulması, yaratıcılık ve -özellikle üç sanatçıdan oluşan bir ekibin çalışması sırasında makyaj sandalyesinde altı saat geçiren Sam Worthington için-sabır isteyen bir işti.
McG’nin, prodüksiyonun her köşesinden gelen yaratıcı bir zanaatkâr ekibinin yardımıyla oluşturduğu efekt, “Terminatör” destanında yeni bir çığır açan gerçekten ikonik bir görüntüydü. Yönetmen “bu serideki diğer tüm filmler günümüzde geçiyordu,” diyor. “Bizim filmimiz yepyeni bir başlangıç. Bu korkunç makinelerin doğuşunu gösteriyoruz; Skynet’in içine giriyoruz. Makinelerin tam bir hakimiyete yükselmelerini simgeleyen CPU işlemcisini görüyoruz. Hayatımın büyük bölümünde bana ilham veren ve bugün bile geçerli ve mümkün olan bu inanılmaz öykünün devamında payımın olması benim için muhteşem bir deneyim.”
Çekimler sırasında Terminatörleri hareket halinde gösteren sahneleri izleyen Bale için de bu deneyim aynı derecede yoğundu. Oyuncu buruk bir gülümsemeyle “Başrol oyuncuları olduğumuzu düşünerek başladık ama durum hiç de öyle değil. İnsanlar bizi izlemeye gelmiyor. Buna bir hikâye oluşturmamız gerekiyor çünkü Terminatörler ve patlamalar ne kadar muhteşem olsa da iyi bir hikâye anlatmalısınız; aksi halde ne anlamı var? Ama gerçeklerle yüzleşelim: Bu filmin haklı yıldızları, Terminatörler. Ve herkesi uçuracaklar.”
“Mahşer Günü Gerçekleşti”
“Terminatör Kurtuluş / Terminator Salvation”ın yapımcıları için en büyük zorluk, güneşin kavurduğu arazileri, iskelete dönmüş şehirleri, insan ve Terminatör sakinleri ile 2018 yılı Amerika’sını hayata geçirmekti. İdeal lokasyonların ve çekim tesislerinin bulunmasından her bir fiziksel öğenin üretimine, aradığı dünya dışı görünümü yakalamak için kullanılan film çeşidine kadar McG ekibiyle işbirliği yaptı ve öykünün kıyamet sonrası gerçekliği için oluşturulan bu yepyeni vizyonu yarattı.
Görüntüyü savaş sonrası bir tonla kaplamak isteyen McG ve görüntü yönetmeni Shane Hurlbut filmi, film işlemede kullanılan “Oz prosesi”nin deneysel bir versiyonuyla çekti. “Kodak’tan eski bir film yığını aldık ve güneşte bekleterek kimi özelliklerini kaybetmesini sağladık,” diye açıklıyor McG. “Sonra renkli bir filme normalde ekleyeceğinizden daha fazla gümüş ekleyerek işledik. Bunu dijital ortamda daha da ileri götürerek filme dünya dışı bir hava verdik. Bu hava, size bu dünyanın görünüşünde bir terslik olduğu izlenimi veriyor; bu da filmin tümünde hakim olan atmosfere çok uygun…”
Filmin elle tutulur gerçekliğini sağlama konusunda lokasyonlar da önemli bir rol oynadı. McG “Büyük, geniş bir dünya istedik,” diyor. “Bunu yapmak için, mekânlarda inanılmaz bir çeşitliliğe ihtiyaç duyduk. Bu filmde denize, dağların tepesine, çöle ve ormana gidiyoruz. Bunlara ek olarak, savaş halindeki bir dünyayı göstermek istedik; tüm dünya bir çatışma halinde. Filmi bu bakışla açıp dev bir sinema deneyimi hissi vermek istedik.”
Yapım ekibi çöl, dağ ve stüdyolardaki modern setleriyle New Mexico’daki Albuquerque’yi seçtiğinde, tüm bunları başarmış oldu.
“Bir Amerikan ikonunu anlatan, Terminatörleri kovalayan John Connor’ın yolculuğunu izleyen bir film yaptığınızda arkaplanın da Amerika’ya has olmasını istersiniz,” diyor prodüksiyon tasarımcısı Laing. “Mahşer Günü gerçekleşmiş, o nedenle mahvolmuş bir arazi var. Orada, setin kapısını açar açmaz şaşırtıcı bir çölle karşılaşıyorsunuz. Üstelik Albuquerque Studyoları, çok amaçlı bir stüdyo olmasının yanında, setleri kurmamıza uygun büyük bir araziye sahip.”
Direniş’in devam ettirdiği, bir zamanlar güçlü olan askeri gücün yankılarıyla, yapımcılar yakındaki Kirtland Hava Kuvvetleri Üssü’nden rehberlik, destek ve donanım yardımı istediler. Yapımcı Jeffrey Silver “’Terminatör Kurtuluş / Terminator Salvation’ Hava Kuvvetleri ve Ordu sonrası bir dünyada geçiyor; artık sadece Direniş var,” diye anlatıyor. “Ama Direniş’in bugünkü silahlı kuvvetlerin disiplinini örnek alacağını düşündük ve Los Angeles’ta Savunma Departmanı koordinatörü ve birimin sinema bağlantısı olan Chuck Davis’e gittik. Bizi Hava Kuvvetleri’ne yönlendirdi, onlar da kapılarını açtılar. İhtiyacımız olan tüm donanımı aldık, Hava Kuvvetleri mülkünde çekim yapmamıza izin verildi. Harika bir işbirliği oldu çünkü bu filmde anlatılan gelecekte ne olursa olsun ordunun yine bizi koruyan erkekler ve kadınlardan oluşacağını anladılar.”
Prodüksiyon ekibi, öykü içinde insanların erişebileceği malzemeleri göstermek için hava araçları ve silahları kullandı. “Direniş bir miktar donanıma sahip; yani makinelere sadece taş ve sopayla saldırmıyorlar,” diyor McG. “A-10 uçakları ve savaşta kullandıkları eski mekanize araçları var.”
Öyküde anahtar rol oynayan bir askeri jet, aynı zamanda Güçlü Yaban Domuzu, Uçan Silah ve Tankkıran olarak bilinen A-10 Thunderbolt 2. Blair Williams’ın uçurduğu A-10lar, Direniş’in Skynet’in devasa makinelerine karşı sahip olduğu Hava Kuvvetleri’nde A-10 pilotu olan ve Bloodgood’a rolünde rehberlik eden Yüzbaşı Jennifer Shoeck, “A-10 otlara iner, kirlenir-alçaktan ve yavaş uçmak ana görevidir. Yerdeki birliklere yardım eden yakın dövüşe yönelik bir hava aracıdır,” diye anlatıyor.
Prodüksiyonda Hava Kuvvetleri ve pilotları tarafından kullanılan diğer hava araçları: sabit kanatlı hava araçlarının hızında uçabilen ama tilt-rotor teknolojisiyle helikopter gibi inip kalkabilen CV-22 Osprey; devasa bir C-130 Hercules taşıma aracı ve dış silah yuvalarıyla modifiye edilmiş bir Blackhawk hava aracı olan HH-60 Pave Hawk helikopter.
Tüm sahneler gerçek donanım gerektirmediğinden, prodüksiyonda maketler ve hurdaya çıkmış araçlar da kullanılarak hareket simülatörlerinde bu araçların uçuş dinamikleri yeniden yaratıldı. Özel efekt süpervizörü Mike Meinardus’un yönetimindeki özel efekt ekibi bir gimbal düzenledi ve bir helikopteri vince asarak model aracın yukarıdan inandırıcı bir şekilde hareket etmesini sağladı. Böylece McG pervaneleri dönmeden setten uzaklaşan aracın altını çekebildi.
Kirtland Hava Kuvvetleri Üssü, Albuquerque’nin ticari havaalanı Sunport’la bir pisti paylaştığı için, Hava Kuvvetleri prodüksiyon ekibine kullanılmayan bir hangarı set olarak değerlendirmelerini önerdi. Bu hangar aynı zamanda Direniş karargâhı olarak da kullanıldı.
Filmde, karargâh birbirlerine yeraltı tünelleriyle bağlı, 60’lı yıllardan kalma bir dizi füze silosundan oluşmaktadır. Laing “Karargâhta gördüğünüz her şey Direniş savaşçılarının -güç üretmek için, kendi yiyeceklerini yetiştirmek için, su filtreleme sistemi kurmak için, bir revir oluşturmak için-kurduğu katmanlarve keşif gezilerinden getirdikleri malzemeler. Gerçekçi olması için bunların işlev gören bir tesis haline gelecek şekilde bağlanmış olması gerekir,” diye anlatıyor.
Direniş üssünü araştırmak isteyen Laing Macaristan’ın Budapeşte şehrindeki nükleer serpinti sığınaklarını gezdi ve başka felaket sonrası yapılara baktı. “Bir dizi fotoğraf çektim ve döndüğümde Direniş hareketinin yaşadığı ve planlar yaptığı ortamı yarattım,” diyor. “Bu erkek ve kadınlar yalnızca Skynet’le değil yaşadıkları çevreyle de savaş halindeler. Tüm kaynaklar tükenmiş; ellerinde avuçlarındaki dünyayla yaşıyorlar.”
Filmin yaratıcıları fütüristlerle konuşarak bitki örtüsüne, hayvanlara ve insan yapımı nesnelere neler olacağını öğrendiler. Kostüm tasarımcısı Michael Wilkinson “Tüm bu deyatları filme taşımak istedik,” diyor. “’14 yıl önce bombalar patlamış olsa ve Kuzey Amerika’nın büyük bölümünü yok etse, geriye ne kalırdı?’ diye sorduk. İnsanlar hayatta kalmak için, savaşmak için neleri toplayıp bir araya getirirdi?”
Modası geçmiş ama işleyen silahlar, kullanılmış giysiler, yıkıntılardan kurtarılmış ve yeniden yapılandırılmış elektronik teçhizat, düşmandan bulunmuş ya da çalınmış cephane… Bunlar, Direniş’in sınırlı kaynakları. Tasarım ekibi, uzun zamandan beri güçlü bir askeri varlığın bulunduğu New Mexico’yu tarayarak askeri hurdalıklardan ve yerel koleksiyonculardan otantik parçalar aradılar.
Wilkinson “McG filmin inandırıcılıktan uzak, fantastik öğeler taşıyan bir bilim kurgu olmasını istemiyordu,” diye anımsıyor. “2018 yılında geçiyor, uzak bir gelecek değil, hemen yanı başımızda. O nedenle tarihte insan zihninde yer etmiş anları, yerlerinden edilmiş insanları ve kıyamet öykülerini araştırdık.”
Filmin ana karakterlerinin gardıroplarını hazırlayan Wilkinson McG, Laing ve oyuncularla işbirliği yaparak her kıyafet setinin başta gerçekçilik olmak üzere belli sayıda anahtar gereksinimi karşılayacağından emin oldu. “Farklı kaynaklardan bir sürü kıyafet grubu yarattık; Kuzey Amerika’daki farklı ordulardan olsun, taktik ya da polis kıyafeti olsun, teknik kıyafetler ya da sokak giysileri… Nükleer savaştan sonra insanların nasıl kıyafetler kullanacağını düşündük,” diye açıklıyor. “Ne hayatta kaldı? Ordunun üniforma olarak seçtiği şey neydi? Bir yanda gerçekçiliğin ve isabetin, diğer yanda çekici ve yaratıcı görseller oluşturmak için her şeyi abartmanın olduğu bir bıçak sırtındaydık.”
Diğer filmlerle devamlılığın sağlanması, Wilkinson’ın kıyafetleri tasarlarken göz önüne aldığı bir başka unsurdu. Wilkinson John Connor için ikinci “Terminatör” filminde giydiği kıyafetleri yansıtacak kaplan çizgili ordu pantolonları üzerinde çalıştı. Ancak bunun ötesinde, Connor’ın siluetini sade tuttu. Wilkinson gözlemlerini “Christian söz konusu oldukça ne kadar az olursa o kadar iyi,” diyerek anlatıyor. “Performansının yoğunluğu ve baskın kimliği size John Connor’ın kim olduğunu söylüyor. Görünüşünde, gerçek John Connor’I tanımanıza yardımcı olan bir nötrlük var.”
Bir başka saygı duruşu da Kyle Reese’in “Terminatör”de yetişkin haliyle giydiği botları yansıtan, kıyafet ekibinin bağcıklarını ve içini kırptığı spor ayakkabılarda kendini gösteriyor. Wilkinson “Çok eğlenceliydi; bu muhteşem, ikonik karakterlerle başlıyor ve bu filmdeki vizyonumuza uymaları için ufak tefek oynamalar yapıyorsunuz,” diyor.
Tasarımcı, bir 21. yüzyıl Terminatör melezi olan Marcu’un kıyafetini, T-800’ün seçimlerini yansıtacak şekilde deri kullanarak oluşturdu. “Eski bir deri motosikletçi pantolonu alıp kelimenin tam anlamıyla yok ettik, sonra eskittik ve üstlerinde bir kir tabakası oluşmasını sağladık ve iki deri ceketi birleştirerek tek bir ceket yaptık” diyerek detaylı bir şekilde anlatıyor.
Wilkinson Stan Windton Studio’dan sanatçılarla da koordine bir şekilde çalışarak film ilerledikçe Marcus’un kıyafetinin ve cildinin yırtılıp mekanik iskeletinin ortaya çıkmasında devamlılığın sağlanmasından emin oldu. “Neyin, ne zaman ve nasıl açığa çıkacağı konusunda koordine olduk.“ diye anımsıyor. “Film boyunca üç ana görünüşü var ve her görünüşte kıyafetin temiz, yıpranmış, parçalanmış, solmuş, napalm yemiş, vurulmuş gibi 10 ya da 20 değişik versiyonu var.”
Wilkinson filmdeki kadınların her biri için ayrı ayrı detaylandırılmış kıyafetler tasarladığını da ekliyor. Bu kıyafetlerin arasında Blair’in değiştirilmiş, vücuda yapışan uçuş kıyafeti ve Star’ın kendisine büyük gelen giysisi var. “McG ve ben, hepsinin aynı göründüğü makineler dünyasının aksine, insanların kim olduklarını giysileriyle ifade ederek farklı oldukları fikrini sevdik,” diye belirtiyor. “Bölgedeki Amerikan yerlilerine baktık, taşıdıkları kullanışlı şeyleri nasıl süslediklerini gördük. Böylece bu askeri, taktik amaçlı kıyafetin üzerinde organik, kendini ifade eden, insan elinden çıkma öğeler var. Bu bağlamda, Star şapkasında bir polisin yıldız şeklindeki rozetini taşıyor; Blair da mücevher olarak bir dizi zincir, madalyon, tüy ve bulduğu nesneleri takıyor.”
Karakterleri silahlandırmak, yaratıcılığı pratik gerçekçilikle birleştirmeye olanak tanıdı. Tasarım ekibi John Connor’I U.S. M4’ün Alman versiyonu olan HK 416D ile donattı. Connor’ın sağ kolu Barnes, büyük bir Grizzly 50 taşırken, Blair bir Desert Eagle 50 kullanıyor.
Yoğun silahlı çatışmalar, takip sahneleri ve patlamalarla, yapım ekibi muazzam miktarda ateş gücünü mümkün olan en pratik ve güvenli biçimde kullandı. McG “Her şeyi kamera önünde yapmak istedik,” diyor. “Bilgisayar desteği gerektiğinde kullandık ama her şeyi inşa etmek, nesneleri havaya uçurmak ve arabayı gerçekten çarpmak istedik. Patlamanın yarattığı sarsıntıyı sahnenin gerçekçiliğine eklemek olağanüstüydü. Herkesin gözünde o keyfi görebilirsiniz. Adrenalinin yükseldiğini hissedebilirsiniz. Her şeyi mümkün olduğu kadar güvenli tutmaya çalıştık ama işleri bir adım daha ileri götürmek, aslında bir savaş filmi olan ve yoğun baskının gerçekçiliğini yakalayan bir film çekmek istedik.”
Fotoğraf gerçekçiliği, özel ve görsel efekt ekiplerinin ana parolasıydı. Görsel efekt süpervizörü (ve ikinci ünite yönetmeni) Charles Gibson şunları söylüyor: “McG bire bir ölçekte gerçek yangınlar, patlamalar ve aksiyon istedi, minyatürler ya da bilgisayarda yaratılmış görüntüler değil. Aslında bu bakımdan daha çok bir aksiyon filmi bu. O nedenle, görsel efektleri yapabildiğimiz oranda akıllıca kullanmayı, aşırıya kaçmamayı ve olabildiğince gerçek efektler kullanmayı seçtik.” Gibson ayrıca aralarında Industrial Light & Magic, Asylum, Kerner Studios, Whiskey Tree ve Rising Sun Studios’un da olduğu sekiz kuruluşla ortak çalıştı.
En güçlü özel efekt anlarından biri, Marcus ve Kyle’ın Hasatçı’yla savaşı sırasında benzin istasyonunun yok olmasıydı. Bu sahnede Marcus bir tankeri Hasatçı’nın altında havaya uçurarak saldırılarını engellemeye çalışır. Yaklaşık 250 galon benzinle dolu olan tankerin yarattığı ateştopu, 50 metre çapında ve 61 metre yüksekliğindedir. Bu patlama benzin istasyonunu da içine alarak benzin pompalarının da patlamasına yol açar. Bu efekt 12 haftalık bir hazırlık ve sıkı güvenlik önlemleri gerektiriyordu.
Bu ayrıca doğru yapıp filme almak için tek fırsatın var olduğu anlamına geliyordu. McG işini şansa bırakmadı ve filmi uzaktan kumandalı kameralarla farklı açılardan çekti: Çarpmaya karşı bölmelerde korunan yakın kameralar; siperlerin arkasındaki kameramanların kullandığı kameralar; hatta helikopterlerden çekim yapan, uzun mercekli kameralar.
Belki de daha görkemli bir sahne de napalm atılması ve Connor’ın helikopterinin nehre düşmesiydi. Bu sahneyi gerçekleştirmek için, ekip çölün ortasında, 5,5 metre derinliğinde bir su tankı içeren 60 metre uzunluğunda bir nehir oluşturdu. Tankta bulunan makaslı asansör helikopteri aşağı yukarı hareket ettirecek ve helikopter suya çakıldığında çıkarmayacak şekilde ayarlanmıştı. “Nehir yatağı” boyunca gerçek ve beton karışımı ağaçlar vardı. Beton ağaçlar kontrollü bir yangın oluşturmak için gaz borularıyla donatılmıştı. Bu korumalı yangın bölgesinin dışında, yerel itfaiyeciler hazır bekliyorlardı.
“Napalm” 60 metre uzunluğundaki nehir boyunca bir dizi patlamayla atıldı. Her bir patlama 100 galon benzin kullanıyor; alevler onlarca metreye yükseliyordu. Yedi saniye süren efekt, ateştoplarından oluşan bir yaylım ateşi gibi büyük bir ısı patlaması yarattı. “Şansımız varmış ki bundan fazlası olmadı,” diye anımsıyor Gibson.
Moon Bloodgood “adrenalinizin tavana vurmasına neden oluyor” diyor. “Çok çılgınca sahneler vardı. Koşmaya başlıyorduk; bir anda her taraf toz oluyor, bir şeyler patlıyordu. Bana neyin vuracağını bilemiyordum. Sonra çok korktuğumuz için gülmeye başlıyorduk. Buna bayılıyordum.”
“Karakterim mengeneye giriyor,“ diyor Worthington. “Asılıyor, kesiliyor, havaya uçuyor; bu da günlerimin çoğunu asılıp kesilerek ya da havaya uçarak geçirdiğim anlamına geliyor,” diye gülüyor. “Yani evet, yara bere içinde kaldık ama bu `Terminatör,’ `Aşk ve Gurur’ değil.”
Her gün sette yüzlerce kişinin olduğu; hepsinin 7500 metrekarelik set alanında ve Albuquerque Film Stüdyoları’nı çevreleyen çölün büyük bölümünde çalıştığı “Terminatör Kurtuluş / Terminator Salvation” Jeffrey Silver’ın deyimiyle “inanılmaz derecede büyük bir operasyon. Kitaptaki tüm hileleri içeriyor: animatronikler, özel efektler, görsel efektler, dublörler… Aklınıza gelen her şey bu filmde var.”
McG ise basitçe şöyle özetliyor: “Yoğundu… Ama inanılmaz derecede eğlenceliydi.”