Yönetmen Mike Newell
Oyuncular Javier Bardem, Giovanna Mezzogiorno, Benjamin Bratt, John Leguizamo, Liv Schreiber, Catalina Sandino Moreno, Fernanda Montenegro, Hector Elizondo
Senaryo Ronald Harwood (Gabriel Garcia Marquez’in kitabından)
Yapımcı Scott Steindorff
Görüntü Yönetmeni Alfonso Beato
Prodüksiyon Tasarımı Wolf Kroeger
Kostüm Tasarımı Marit Allen
Kurgu Mick Audsley
Özgün Müzik Antonio Pinto
Yorumcu Shakira
Yapımcı Stüdyo Stone Village Pictures
Türkiye Dağıtımı UIP Filmcilik / Fida Film
Gösterim Tarihi 7 Mart 2008
Kolera Günlerinde Aşk – Love in the Time of Cholera
Sevdiğinize kavuşmak için ne kadar bekleyebilirsiniz?
Stone Village Pictures, Nobel ödüllü yazar Gabriel Garcia Marquez’in aynı adlı ölümsüz başyapıtından uyarlanan ve gelmiş geçmiş en büyük aşk hikayelerinden birisi olan, “Love in the Time of Cholera – Kolera Günlerinde Aşk”ı sunar.
Mekanı Kolombiya’ya bağlı Cartagena kenti olan ve yarım yüzyıllık çok çok uzun bir zaman dilimine yayılan bu müthiş aşk öyküsünde, hayatındaki tek aşkına kavuşabilmek için 50 yıl beklemeyi göze alan bir erkeğin inanılmaz tutkusu ve saplantısı konu edilir.
Portresini “İhtiyarlara Yer Yok”la Oscar ödülüne aday gösterilen Javier Bardem’in çizdiği Florentino Ariza, romantik ve şair ruhlu bir telgraf memurudur. Zengin bir tüccarın kızı olan Fermina Daza’yı (Giovanna Mezzogiorno) gördüğü anda hayatının aşkını bulduğunu anlar. Peşpeşe yazdığı tutku dolu aşk mektuplarıyla genç kızın yüreğinde kıpırtılar uyandırmayı başarır. Ancak genç kızın tüccar babası (John Leguizamo) bu ilişkiyi öğrenince öfkeye kapılır ve onları sonsuza kadar ayırmaya yemin eder.
Fermina seçkin bir aristokrat olan Dr. Juvenal Urbino (Benjamin Bratt) evlenir. Juvenal bölgeyi esrarengiz bir şekilde kuşatan kolera hastalığıyla baş etmek için düzen ve ilaç getiren bir doktordur. Evlendikten sonra eşini Paris’e götürür ve uzun yıllar boyunca orada yaşarlar. Sonunda Cartagena’ya geri döndüklerinde Fermina ilk aşkını çoktan unutmuş gibi görünür.
Ancak Florentino aslında ilk aşkını hiçbir zaman unutmamıştır. Florentino, artık gemi sahibi varlıklı bir erkektir ve Fermina’yı beklerken çok sayıda kadınla ilişkiye girmiştir.Ancak hala Fermina’nın aşkıyla yanıp tutuşmaktadır. Kalbi sabırlıdır ve hayatının kadınıyla yeniden bir arada olma fırsatı için ömür boyu bekleyecektir.
Yönetmenliğini Mike Newell’in üstlendiği “Love in the Time of Cholera – Kolera Günlerinde Aşk”, sevginin özüne, temeline yapılan duygusal ve karmaşık bir yolculuktur. The Stone Village Pictures’ın sunduğu filmin yapımcılığını Altın Küre ödüllü yapımcı Scott Steindorff gerçekleştirdi. Senaryosunu, Gabriel Garcia Marquez’in aynı adlı romanından Oscar ödüllü yazar Ronald Harwood yazdı.
Filmin başrollerinde Oscar adayı aktör Javier Bardem (“Before Night Falls”, “The Sea Inside”, “No Country for Old Men”); Giovanna Mezzogiorno (“Don’t Tell”, “Facing Windows”); Benjamin Bratt (“Traffic”, “Clear and Present Danger”); Oscar adayı Catalina Sandino Moreno (“Maria Full of Grace”); Hector Elizondo (“The Princess Diaries 1 & 2”, “Pretty Woman”); Liev Schreiber (“The Omen”); Fernanda Montenegro (“The House of Sand and Fog”, “Central Station”); Laura Harring (Mulholland Dr.) ve John Leguizamo (“Moulin Rouge”, “Collateral Damage”) paylaştılar.
Filmin kamera arkasında ise, görüntü yönetmenliğini Alfonso Beato (The Queen); prodüksiyon tasarımlarını Wolf Kroeger (Beyond Borders); kurgu editörlüğünü Mick Audsley (Harry Potter and the Goblet of Fire); kostüm tasarımlarını Marit Allen (Brokeback Mountain) hayata geçirdi. Müziklerini Antonio Pinto’nun (City of God) bestelediği filme, Kolombiya doğumlu pop yıldızı Shakira da özel olarak hazırladığı orijinal şarkılarıyla katkıda bulundu.
Ölümsüz Bir Başyapıtın Beyazperde Uyarlaması
Yönetmen Mike Newell, edebiyat dahisi Gabriel Garcia Marquez’in 1985 yılında ve konusu yarım yüzyıllık bir sürece yayılan başyapıtını, “En gencinden en yaşlısına kadar tüm insanlığın gerçeğini anlatan bir okyanus gemisine benzetiyorum. Bu kitapta aile büyüklerimi, kendi gençliğimi, bugünkü halimi ve arkadaşlarımı görebiliyorum” sözleriyle tanımlıyor.
Yapımcı Scott Steindorff ise roman hakkındaki düşüncesini, “Anlatılan öykü son derece özgün ve orijinal… Bugüne dek anlatılmış en büyük aşk hikayelerinden birisi. Garcia Marquez’in yazım tarzı ve kitapta anlatılan zaman periyodlarına bakınca sinemaya uyarlanmış en müthiş epik aşk hikayesi olacağını daha ilk anda hissetmiştim” sözleriyle dile getiriyor.
20. yüzyılın en büyük romanlarından birisi olarak nitelenen “Love in the Time of Cholera”, ilk olarak Kolombiya’da 1985 yılında Editorial Oveja Negra yayınevi tarafından okurların beğenisine sunulmuş; edebiyat dünyasına yolladığı şok dalgalarının hızla yayılması sonucunda üç yıl içerisinde diğer ülkelerde de yayınlanmıştı. Roman, kısa sürede dünya çapında üne ulaşırken çok sayıda ödül de kazandı. (“Love in the Time of Cholera”nın yazarı Gabriel Garcia Marquez, aralarında “One Hundred Years of Solitude – Yüzyıllık Yalnızlık”ın da yer aldığı kitaplarıyla 1982 yılında Nobel ödülünü kazanmıştı.)
Geleneksel anlamda bir aşk hikayesi olmayan kitapta, 19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başları arasındaki yarım asırlık dönemde olağanüstü değişime sahne olan bir kentte yaşamları kesişen komplike / karmaşık karakterlerin yaşadığı deneyimler keşfe çıkılır. Kitapta bu kentin isminin ne olduğu hiçbir şekilde verilmez.
Yapımcı Steindorff’un bu projeyle ilgilenmesi, bundan yedi yıl önce prodüksiyon amiri Dylan Russell’ın kitabı kendisine vermesiyle başladı. “Film hakları elimizde olmasa da kitabı okumamı söyledi. Okuyunca elimden bırakamadım” diyor bu konuda…
Kitabın film haklarını 2000 yılında kurduğu kendi şirketi Stone Village Productions için satın almak üzere hemen harekete geçtiğini söyleyen Steindorff, ilk aşamada neler yaşandığını şu sözlerle açıklıyor:
“Bu konuda ısrarcı olduk. Tıpkı kitaptaki Florentino karakteri gibi, `hayır’ sözcüğünü cevap olarak kabul etmedim. Bir yıllık süre reddedilmekle geçti. Artık film haklarını alma umudumuz kalmamıştı ki, karşı taraftan `belki’ sözcüğünü duymayı başardık. Kitaba sadık kalacağımız, hiçbir unsurundan ödün vermeden büyük bir film yapacağımız konusunda yazarı ikna etmemiz de bir yıl sürdü.”
Aslında Garcia Marquez kitabının İngiliz dilinde film uyarlamasına ilk başta pek sıcak bakmıyordu ama yapımcılar olağanüstü tutkularıyla onu ikna etmeyi ve gönlünü kazanmayı başardılar. Ardından zengin detaylara dayalı kitabın uyarlanması için “The Pianist”ten tanıdığımız Oscar ödüllü senaryo yazarı Ronald Harwood ile anlaşma yapıldı.
Harwood’un getirdiği yaklaşım konusunda yapımcı Steindorff şu yorumu yapıyor: “Kitap sadece bir aşk hikayesi değil, yaşam üzerine bir öyküdür. Ronald Harwood kitabın yaşam ve sevgi üzerine olan alt metinlerini çok iyi anladı, kavradı ve senaryosuna taşıdı.Aşkın anlamını irdeleyen bölümlerini özümsedi. Bu büyük romanın pırıl pırıl bir uyarlamasını kaleme aldı.”
Prodüksiyon Amiri Dylan Russell’ın yorumu ise şöyle: “Elimizde çok ünlü bir edebiyat yapıtı ve yazar olunca bu uyarlamayı başarıyla yapacak bir senaryo yazarına ihtiyacımız vardı. Harwood’un daha önceki çalışmalarına bakınca, böyle bir epik öykünün geçtiği dönemin hissiyatını ve ruhunu anlayabilecek, aynı zamanda şematik olmayan şekilde anlatabilecek bir yazar olduğunu biliyorduk. Oscar kazanmış bir oyun yazarı olduğu halde bu uyarlama onu heyecanlandırdı. Kendisini zorlayacak bir işe kalkıştığının farkındaydı.”
Zorluğunu bile bile bu projede yer aldığını belirten Ron Harwood, kitap hakkındaki düşüncelerini şu sözlerle dile getiriyor: “Kitabı ilk okuduğumda filme dönüştürülebileceğinden hiç de emin değildim. Bu romanda karakterlerin çoğunun yolculuğu içseldir ve konusu uzun yıllara yayılır. Üstelik bunların hepsi geleneksel olmayan yöntemlerle sunulur. Böyle bir zorluğun üstesinden gelmeye kalkışmak hepimizi çok heyecanlandırdı.”
Harwood ile Steindorff, senaryo şekillenmeye başladıktan sonra Marquez’in kendisine danışarak kitabın ruhuna uygun olup olmadığını garantilemeye çalıştılar. Steindorff bu aşamayı şu sözlerle anlatıyor:
“Garcia Marquez senaryonun ilk taslağını gördüğünde, `Buradaki problem, sizin ve yazarın kitaba çok fazla sadık kalmanızdan kaynaklanıyor. Kitaptan biraz uzaklaşmanızda fayda var’ şeklinde bir yorum getirdi. Marquez’in olağanüstü mizah gücü sayesinde bol bol güldük.”
Senaryo yazarından sonra sıra yönetmenin bulunmasına geldi. Steindorff’un bu konudaki ideal partneri, yönetmenlik serüvenine “Harry Potter and the Goblet of Fire”da Hogwarts’ların dünyasını çizerek başlayan Mike Newell oldu. Yönetmenin geçtiğimiz yıllarda imzasını attığı “Four Weddings and a Funeral” gibi filmleri izleyiciye sıradışı romantik yolculuklar sunmuştu.
Tıpkı yapımcı gibi kitaba derin bağlılık ve sadakat duyan Newell, filme tutkulu bir vizyon getirdi. Yapımcı Steindorff’un bu konudaki yorumu şöyle:
“Mike Newell bu karakterleri çok iyi anladı. Bahsedilen insanların yaşamlarıyla ilgili nüansları kusursuz bir şekilde yakalamasını bildi. Garcia Marquez’in yarattığı dünyanın geniş kapsamlı boyutlarından tutun da, karakterlerin kişisel yolculuklarına kadar her detayı ince ince işleyen bir vizyonu vardı.”
Yönetmen Mike Newll ise yaklaşımını şu sözlerle açıklıyor: “Öncelikle kitabın zengin dünyasını ifade eden bir film yapmak istedim. Bu da sevgi denen kavramın tüm komplikasyonları, nüansları ve gücüyle keşfedilmesini gerektiriyordu. Öykünün odak noktasında yer alan aşk üçgeninde sevgi kavramının tüm formatlarıyla geniş ve derinlemesine keşfi vardır. Bu sadece merkezdeki karakterlerin gözünden değil, annelerin, babaların ve arkadaşların yüreğinden verilir.”
Kitabın ve filmin başkarakteri olan Florentino Ariza’nın, 50 yıl boyunca hayatının aşkını araması sadece Güney Amerika’ya özgü bir öykü değildir. Aynı zamanda sevginin kendine özgü kaprislerini ve tuhaflıklarını tüm detaylarıyla sunarak evrensel boyutta insani deneyimleri gözler önüne serer.
Kitapta bunların Garcia Marquez’in kendine özgü yorumuyla anlatıldığının altını çizen Mike Newell, “Geçmişi düşünüp de eski erkek arkadaşlarınıza veya eski kız arkadaşlarınıza bakınca, `Acaba çekip gitmemiş olsaydım onlarla hayatım nasıl olurdu?’ diye kendi kendinize sorarsınız. Kitabın başkarakterinin böyle merakları hayatının odak noktasına koymuş bir karakter olması olağanüstüdür. Bu nedenle kitabı okurken kendinizi hayatınız üzerinde düşünürken bulursunuz” diyor.
Senaryo yazarı Harwood da şunları ekliyor: “Florentino ile Fermina’nın birbirlerine karşı 50 yıl süren sadakati bizlere en ideal olanı gösterir. Pişmanlık sözcüğünün onların hayatında yeri yoktur. Çünkü umut içinde yaşarlar. Umarım bu gerçekleşebilecek bir umuttur.”
Karakterleri Hayata Geçirecek Oyuncular Seçiliyor
Film, Kolombiya’nın 19. yüzyıl sonlarında sömürge sonrası dönemini yaşayan Cartagena adlı liman kentinde açılır. Yöneten sınıflar ile ezilen alt sınıflar arasında son derece katı sınırların olduğu bu dönemde Florentino Ariza ile Fermina Daza’nın yolları aynı noktada kesişir. Fermina’nın babasına telgraf gönderdiği bir anda meydana gelen bu tanışma, en az aşkın kendisi kadar yıkıcı olan sanayi devriminin, kitlesel dünya savaşlarının ve kolera hastalığı salgının hüküm sürdüğü ve egemen olduğu bir zaman diliminde üç karakter için duygu dolu bir yolculuğun başlangıcı olacaktır. Bu yolculuk sonunda birileri yok olup giderken çok azı ayakta kalabilecektir.
Kitabın başkarakteri Florentino’nun bir Kolombiyalı olmasına rağmen film yapımcıları bu rolde Oscar ödüllü İspanyol aktör Javier Bardem’in oynamasına karar verdiler. Florentino’nun gençliğini ise Kolombiyalı aktör Unax Ugalde oynadı.
Geçtiğimiz yıllarda “Before Night Falls” ve “The Sea Inside” gibi filmlerde olağanüstü performanslar ortaya koyan Javier Bardem, filme temel olan kitapla ilgili olarak şu yorumu yapıyor:
“Böylesine güzel bir romanı temel alan bir film yapmanın büyük sorumluluğu vardır. İyi bir roman ile bir başyapıt arasındaki farkı ortaya koyan ince detayların hepsine fazlasıyla sahipti. Hayatınız boyunca sizi etkilemeye devam eden ender kitaplardan birisidir. Çünkü bir başyapıttır. Bugüne kadar farklı ülkelerde ve dillerde tekrar tekrar okunan bir kitap olduğu için tüm okurların kafasında kendi Florentino’su, Juvenal’ı ve Fermina’sı mutlaka vardır. Kısacası herkes bu romanı kendi kafasında bir kez daha yazmıştır. Bu nedenle böyle bir kitabın uyarlanması çok büyük sorumluluk gerektiriyordu.”
Kitabı ilk kez gençken okuduğunu belirten Javier Bardem, filmde rol alma fırsatını kaçırmak istemediğini belirterek şunları söylüyor: “Kitabı temel alan bir senaryonun varlığını duyunca proje çok ilgimi çekmişti. Şansım varmış ki, Mike Newell benimle bağlantı kurdu. İlk görüşte aşk deneyimini detaylarıyla işleyen bir romanda Mike Newell gibi esinlendirici bir yönetmenle çalışmak harika bir deneyim oldu.”
Rolü aldığını öğrenen Bardem bu büyük müjdeyi Barcelona’da kutladı. Ancak Florentino Ariza gibi bir karakteri oynamanın kolay olmadığını anlaması uzun sürmedi. “Florentino’nun 24 yaşından 74 yaşına kadar hayatını oynamak büyük sorumluluktu. Böylesine karmaşık detaylarla dolu bir filmde oynarken rolüme herşeyimi vermem gerekiyordu. Böyle bir sorumluluktan geri duramazdım” diyor bu konuda…
Annesi Tansito Ariza (Bu rolde Brezilya’nın ve dünyanın en iyi oyuncularından , efsaneleşmiş Fernanda Montenegro oynadı) tarafından babasız büyütülen Florentino’nun gerçek anlamda çok büyük tutku ve hırsları yoktur. Ancak şair ruhunun sesini dinleyerek hareket eder. Fermina Daza ile bağlantı kurabilmek için öncelikle tutku yüklü mektuplar yazma girişiminde bulunur. Sonunda genç kızın kalbini kazanmayı başardığında Florentino artık yüreğindeki en saf sadakati ona vermeye hazırdır.
Ateşli, atılgan ama kimi zaman da ihtiyatlı bir karakter olan Fermina Daza rolü için film yapımcılarının tercihi genç İtalyan kadın oyuncu Giovanna Mezzogiorno’dan yana oldu. Daha önce “Don’t Tell” ve “Facing Windows” gibi Avrupa yapımı filmlerde ortaya koyduğu performansıyla çok sayıda ödül alan genç oyuncuyla ilgili olarak Newell şu yorumu yapıyor:
“Giovanna’nın soluk kesici bir güzelliği var ama gençlik dolu bedeninin arka planında kendisini işine adamış bilge bir oyuncu kimliği görürsünüz. Fermina rolü her oyuncu için zor bir roldü ama o işine odaklanması ve yaratıcılığı sayesinde tüm bu zorlukların üstesinden gelmesini bildi. Giovanna’nın Fermina ile birlikte büyüyüp olgunlaşmasını görmek harikaydı.”
Zor bir rolü oynarken oyunculuk hakkında bildiği herşeyi sıfırdan ve yeniden öğrenmek zorunda kaldığını belirten Mezzogiorno rolüne nasıl hazırlandığını şu sözlerle anlatıyor:
“Javier Bardem, Benjamin Bratt ve ben, bu yolculuğa yönetmenimiz Mike Newell ile beraber çıktık. Her aşamada birbirimize yardım ederken, sürekli birbirimize destek olmaya çalıştık. Hepsi ne yaptığını çok iyi bilen harika insanlardı. Bana karşı son derece nazik davrandılar. Eğer bu rolün üstesinden başarıyla geldiysem bu onların sayesindedir. Umarım onlarla uyum içerisinde bir çalışma ortaya koyabilmişimdir.”
Fermina’nın babası Lorenzo Dala, kızını Cartagena’ya getirirken onu bölgenin en zengin en etkili ailelerinden birisinin torunuyla evlendirmeye kararlıdır. Kolombiya’nın yeraltı dünyasıyla da bağlantıları olan uyuşturucu tüccarı Lorenzo’nun, çok sevdiği biricik kızının beş parasız bir telgraf memuruyla evlenmesine izin vermeye niyeti yoktur.
Lorenzo Dala rolünde kamera karşısına geçen Kolombiya doğumlu aktör John Leguizamo, portresini çizdiği karakteri şu sözlerle yorumluyor:
“Lorenzo derin yoksulluktan gelen bir uyuşturucu tüccarıdır. Tek isteği kızının zengin bir adamla evlilik yapmasıdır. Biricik kızını kıymetli bir mücevher gibi görür. Geriye bırakacağı tek varlık o olduğu için son derece korumacı ve kıskanç davranır. Kızının şair ruhlu, fakir gençle flört ettiğini gördüğünde bu durum onun gelecek planına hiç uymaz. Çünkü kızının, kent sosyetesinin en zengin, en ünlü ailesinin oğluyla evlenmesini istemektedir. Evlilikte aradığı tek ölçüt zenginlik ve şöhrettir.”
Fermina’yı Florentino’dan uzak tutabilmek için onu Kolombiya’nın iç kesimlerindeki akrabalarının yanına gönderir. Buna rağmen Fermina ile Florentino birbirlerine gizli telgraflar göndererek ilişkilerini sürdürmenin bir çaresini bulurlar. Ancak Fermina’nın yıllar sonra tam bir kadın olarak Cartagena’ya dönüşüyle birlikte Fermina ile Florentino’nun ömür boyu beraber olma sözleri aşınmaya başlar. Fermina artık çok değişmiş, sevgi üzerine kurdukları hayallerin gerçeklerden çok farklı olduğunu düşünür olmuştur. Ancak Florentino’nun çekip gitmeye ve vazgeçmeye niyeti yoktur.
Bundan sonrasını Florentino rolünde oynayan Javier Bardem’den dinleyelim: “Florentino Ariza taparcasına sevdiği kadına yaklaşabilmek için neredeyse bir ömür boyu bekler. O katıksız sevgiyi; çok derin bir sevgiyi çok özel bir insanla paylaşmayı simgeleyen çok sıradışı bir karakterdir. Hayatı boyunca süren bu yolculuğunda hep o insanı (bir bakıma ruh ikizini) bulmaya, ona kavuşmaya çalışır. Bu arada çok farklı deneyimler yaşar. Bunların kimisi eğlenceli, kimisi hüzünlü, kimisi zor, kimisi kolaydır ama sonuçta o insanı (Fermina’yı) asla unutamaz. Kendi inançları için verdiği mücadeleyi sürdürdüğü takdirde belki bir gün sevdiği kadına yaklaşma fırsatı bulacağına yürekten inanmaktadır.”
Buna karşılık Fermina, kalbi kırık şairin isteklerine cevap vermek yerine kentin en önemli figürlerinden birisiyle evlenmeye karar verir. Bu kişi, Avrupa’da eğitim almış olan Dr. Juvenal Urbino’dur.
Yönetmen Mike Newell, Fermina’nın kararıyla ilgili olarak şu yorumu yapıyor: “Sonuçta Fermina bilerek veya bilmeyerek babasının isteklerini yerine getirerek kendi kalbini inkar etmektedir. Bu öyküdeki en anlaşılmaz, en esrarengiz kalp bence Fermina’nın kalbidir. Ne yapacağı önceden kestirilemez.Bağımsız ruhlu bir kadındır. Kendisine baskı kurmak isteyen herkesi reddeder. Ancak kararlı yapısı ve güçlü iradesini, her nedense kendi mutluluğunu engellemek için kullanır.”
Filmde anlatılan aşk üçgeninin üçüncü noktasını oluşturan Juvenal rolünde Benjamin Bratt oynadı. Genç aktör portresini çizdiği karakteri şu sözlerle yorumluyor:
“Sanırım dünya çapında aşk ile mutluluğu birbirine eşitlemek gibi evrensel bir eğilim var. Ancak gerçek hayatta olduğu gibi filmde de aşk ve mutluluğun çok nadiren bir araya gelebildiğini görüyoruz. Buna rağmen sevginin peşinden koşmak zorundayız. Çünkü hepimizin ihtiyacı olan barış ve huzur duygusunu ancak aşk ve sevgi verebilir. Aşkın çeşitleri vardır. Hayal kırıklığı ve hüsran getirebilir. Keyifli olabilir. Rahatlık ve huzur sağlayabilir. Veya Florentino örneğinde olduğu gibi vicdan azabı ve çaresizliğe yol açarak bir araya gelememe, kavuşamama getirebilir. Ancak daima aşkın peşinde koşuyorsanız bir miktar iyimserlik her zaman vardır. Onun size geri döneceği umudunu taşırsınız. Bu filmdeki her karakter de şu veya bu şekilde gerçek aşkı bulmanın peşindedir.”
Filmde Florentino’nun annesi Transito Ariza’yı canlandıran Brezilyalı efsanevi Fernanda Montenegro, portresini çizdiği karakter için şu yorumu yapıyor:
“O çok sevdiği oğlunun mutluluğunu isteyen ve eski aşkını unutmasına yardımcı olmak için elindeki her aracı kullanan bir annedir. Bence sevgi dolu yüreği olan harika bir Latin annedir. Oğlunu adeta Tanrı gibi gören bir vizyonun simgesidir. Bu kitabı yıllar önce okuduğum zaman, günün birinde o olayların yaşandığı Cartagena’ya gidip böyle dev bir prodüksiyonun parçası olacağım hiç aklıma gelmemişti. Bazen hayatın mucize gibi olduğunu bir kez daha anlamış oldum.”
Kitapta, Florentino’nun Fermina’yı unutmasına yardımcı olmaya çalışan bir karakter daha vardır. O da Florentino’nun Alman kökenli patronu Lotario Thurgot’tur. Bu rolde kamera karşısına geçen Liev Schreiber, portresini çizdiği karakter için şöyle bir yorum getiriyor:
“Thurgot Florentino’yu biraz olsun rahatlatabilmek için onu Cartagena kentinin zevk, keyif ve haz peşinde koşturan insanlarıyla tanıştırır. Florentino’nun çalıştığı telgraf ofisinin sahibi olan Lotario, kadınların gönlünü hoş etmesini bilen bir adam olduğu için Florentino’ya mutluluğu bulmanın sevgiden başka yolları da olduğunu göstermek istemektedir.”
Aradan yıllar geçer. Florentino zenginlik yolunda hızla ilerlemiştir. Artık toplumda saygın bir yeri vardır. “Aşksız” gündelik/gecelik ilişkiler yaşarken kalbinde Fermina’ya hissettiği sadakati tamir etmeye çalışır. Bu arada maddi durumu da hızla düzelir. Leo amcasının sahibi olduğu (Hector Elizondo) Caribbean River Company’de memur olarak çalışırken Magdalena Nehrinde taşımacılık yapan bu şirketin sahibi olur. Hayatında attığı her adımı, verdiği her kararı Fermina’ya adamış gibidir. Günün birinde onunla yeniden bir araya geleceğine dair hiç ölmeyen umudunu canlı tutar.
Florentino’nun Fermina’ya duyduğu ölümsüz sevgi tamı tamına 51 yıl, 9 ay, 4 gün hiç eksilmeden devam eder. Sonunda solgun bir öğle sonrasında bir araya geldiklerinde artık ikisi de yaşlanmıştır. Küçük birer çocuk gibidirler ama Florentino’nun sevgisi hala alev alev yanmaktadır.
Florentino rolünde oynayan Javier Bardem, portresini çizdiği karakterin romantik ruhuna dikkat çekerek, bu konudaki düşüncelerini şu sözlerle dile getiriyor:
“Ondaki romantik ruhun kökeninde ruhsal ve duygusal saflık vardır. 50 yıllık süre içerisinde 600’den fazla günübirlik cinsel ilişki yaşamasına rağmen Fermina’ya olan bağlılığı hiç azalmaz. Fermina’ya bedenini değil, ruhunu teslim etmiştir. Böyle bir karakterin güzelliğini ve soyluluğunu ancak sergileyeceğim yüksek performansla verebileceğimi biliyordum. Sonuçta bu karakterin ruhunu en iyi tanıyan kişi sadece Garcia Marquez’in kendisiydi. Eğer bir an bile olsa o karakterin özünü yakalayabildiysem çok mutlu olurum.”
Filmin uluslararası isimlerden kurulu kadrosunu tamamlayan diğer oyuncular, Fermina Daza’nın kuzeni Hildebranda Sanchez rolünde kamera karşısına geçen Kolombiya doğumlu oyuncu Catalina Sandino Moreno (“Maria Full of Grace”deki rolüyle Oscar adaylığı kazanmıştı) ve Florentino ile kısa ama unutulmaz bir ilişki yaşayan Sara Noriega rolündeki Laura Harring (Mullholland Dr.) oldular.
Konusu 19. yüzyılın ikinci yarısıyla 20. yüzyıl başlarına yayılan “Love in the Time of Cholera”nın karakterlerini canlandıracak oyuncuların basit provalardan daha kapsamlı bir hazırlık sürecine ihtiyacı olacağı belliydi. Filmdeki karakterlerin bir bölümünün Kolombiya’nın kuzey bölgelerinde yaygın olarak kullanılan ve “Costeno stili” adı verilen Karayip aksanlı İspanyolca konuşmaları; bu aksanın İngilizceye çevrilmesi gereği nedeniyle diyalog koçu Julie Adams ile anlaşma yapıldı.
Filmde konuşulan İspanyolca aksanlarıyla ilgili olarak John Leguizamo şu yorumu getiriyor: “Filme katılan herkes farklı bir lezzet getirdi. Dünyanın çeşitli ülkelerinden oyuncular vardı. Bu nedenle aksanlar ve davranış biçimleri konusunda beraberlik ve uyum sağlamaya çalıştık. Gösterdiğimiz çabaların, karakterlerin daha inandırıcı olması sonucunu getirdiğini düşünüyorum.”
Filmdeki karakterlerin uzun zaman dilimlerine yayılmış olması nedeniyle sette ayrıca bir de davranış koçu görev yaptı. Oyuncuların katıldığı üç haftalık kursun daha sonra yapılan provalarla desteklenmesi sayesinde eğitimleri tamamlandı.
Fermina Daza rolünde oynayan Giovanna Mezzogiorno’nun kurslar hakkındaki kısa yorumu şöyle: “Bence Mike, Javier, Benjamin, davranış ve diyalog koçlarıyla çalışmak gerçek anlamda bir yolculuk gibiydi. Karakterleri yapılandırırken katıldığımız kursların büyük yardımını gördük.”
Hazırlık süreci ve prodüksiyon boyunca oyuncular için sürekli esin kaynağı olan kişi yönetmen Mike Newell’di. Film alanında kendi deneyimlerini sete getiren Newell, kitap ile film arasında vizyon birlikteliği sağlanması konusunda rehberlik yaptı.
Yönetmeni hakkındaki düşüncelerini, “Bence Mike beraber çalıştığı bir aktörden en iyiyi almayı talep eden ama bu arada vermesini de bilen bir yönetmendir” sözleriyle ifade eden Javier Bardem, “Önemli, değerli ve ilginç fikirleri olan bir yönetmenin gözlemlerinden ve önerilerinden yararlanmak ayrı bir keyifti. Aynı zamanda bu karakterleri layıkıyla oynamak istiyorsak kendi egomuzu bir yana bırakmamız gerektiğini bize fark ettirdi. Kendimizi tamamen rolümüzü bırakmamız gerektiğini kavradık. Mike’ın öyle bir yönetim tarzı vardı ki, kendimizi bir havuza atarken o havuzun asla boş olmayacağını biliyorduk. Bizden iyi performans aldıysa bu bizlere gösterdiği büyük özen sayesindedir. Her yeni çekimde daha da büyüdüğümüzü gördüğümüz için bir aktör açısından en keyifli çalışma ortamıydı” diyor.
John Leguizamo’nun bu konudaki yorumu ise şöyle: “Öyküleme ve oyunculuk anlamında herkesin ortak amacı gerçek şiirselliğe ulaşmak olduğu için bu filmde yer almayı çok istedim. Herkesin kibarca konuşmaktan başka derdi olmadığı tipik periyod / dönem filmlerinden birisi değildi. Capcanlı ve hayat dolu olan çok zengin bir öyküsü vardı. Hayat denilen kavramın aslında nasıl bir şey olduğunu ortaya koyabilmek için elimizden geleni yaptık.”
Giovanna Mezzogiorno da yönetmeni hakkında şöyle bir yorum getiriyor: “Mike bu filmi son derece gerçekçi ve yoğun tarzda çekti. Filmin her karesinde saf ve özgün bir güzellik ve romantizm vardır. Herşey beklenmedik ve sıradışı şekilde gelişir. Bu açıdan bakınca bu filmin Garcia Marquez’in romanının ruhuna son derece yakın durduğunu düşünüyorum.”
Çekimler Cartagena’da Başlıyor
Gabriel Garcia Marquez’in romanını okuyanlar, anlatılan olayların geçtiği “kahraman şehrin” isminin verilmediğini çok iyi bilirler. Ancak dikkatle okuyanlar ve bölgeyi bilenler sömürge dönemi sonrasını yaşayan şehvete bulanmış liman kenti Cartagena çağrışımı yaptığını söyleyeceklerdir. Kolombiya Başkan Yardımcısı Francisco Santos’tan bir çağrı alan film yapımcıları, kendilerine kapıların sonuna kadar açıldığını görünce, çekimlerin Garcia Marquez’in kitapta tanımladığı gerçek mekanlarda yapılması düşüncesini geliştirdiler.
Yapımcı Dylan Russell’ın Cartagena ile ilgili yorumu şöyle: “Cartagena büyüleyici bir kenttir. Aslında önceleri başka kentlerde çekmeyi düşünmüştük ama sonunda öyküye en uygun düşen tek yerin Cartagena olduğunun farkına vardık. Kitaptaki her cümle orayı işaret ediyordu.”
“Love in the Time of Cholera”nın yazarı Gabriel Garcia Marquez, şu anda Meksika’da yaşamakla beraber gençlik yıllarını Cartagena’da geçirmişti. İlk kısa öykülerini de, bu kentte ve yakınlarındaki Barranquilla kasabasında bir gazetede köşe yazarı ve muhabir olarak çalışırken kaleme almıştı. Cartagena kentindeki çeşitli meydanların, büyük ve görkemli kiliselerin ve gösterişli malikanelerin yazara çok önemli bir esin kaynağı olduğu kitabın her satırından açıkça hissediliyordu.
Yapımcı Scott Steindorff’un bu konudaki yorumu şöyle: “Mike Newell ile yaptığımız ilk toplantılarda öykünün hangi kentte geçeceği konusunun çok önemli olduğuna karar verdik. Kolombiya devleti ve Cartagena kenti yetkilileri bize kapıları sonuna kadar açınca çekimlerin nerede yapılacağı konusu netlik kazandı. Açıkçası orada çekim yapmak harikaydı.”
Prodüksiyon Amiri Scott LaStaiti ise şu yorumu getiriyor: “Garcia Marquez’in kaleme aldığı kentte çekimleri yapmak suretiyle kreatif bütünlüğü sağladığımızı düşünüyorum. Evlilik, cenaze ve dini törenleri anlattığı katedral gerçekten vardı. Bu da herşeyin Cartagena’da geçtiğini gösteriyordu.”
“Love in the Time of Cholera”nın oyuncu kadrosu ve teknik ekipleri, Karayip denizi kıyısında yer alan ve romanla birlikte dünyaca ün kazanan bu kente aşırı sıcakların ve muson yağmurlarının başlamasından aylar önce gittiler. Kentteki çeşitli meydan ve yapıları dolaşan prodüksiyon tasarımcısı Wolf Kroeger, bu mekanlardaki dönüşümü yakından görünce bu mekanları 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başındaki görünümlerine yeniden kavuşturabilmek için çaba gösterdi.
Filmin çekimleri Cartagena kenti ve çevresindeki 83 mekanda gerçekleştirildi. Çekim mekanları arasında çeşitli evlerden kalelere, nehirlerden dağlara kadar çeşitli yerler vardı. Bunların bir kısmı filme kolayca uyum sağlarken bir kısmında yaşlandırma veya boyama çalışması yapılması gerekti. Ticari bir römorkörde dönüştürme yapılarak 19. yüzyılda kullanılan buharlı gemilere benzetildi. Ayrıca telefon direkleri giydirilmek suretiyle palmiye ağaçlarına çevrildi.
Yönetmen Mike Newell bu çalışmayı şu sözlerle yorumluyor: “Bizim yaptığımız şey, orman alanlarından uygarlık belirtilerini çıkartmaktan ibaretti. Bunu yapmak için daha sıkı çalışmak zorunda kalıyorsunuz. Çünkü oralarda işimizi kolaylaştıracak destek birimleri yok. Herşeyi kendiniz yapmak zorundasınız. Ancak bir projeye yüreğinizi ve ruhunuzu koyarsanız elde edeceğiniz ödül de o denli büyük olacaktır. Bu prodüksiyona katılan herkes elinden gelenin en iyisini ortaya koydu.”
Kitapta sözü edilen gerçek mekanlarda çekim yapmak son derece heyecan ve coşku verici olduğunu belirten Mike Newell, bu konuda da şunları söylüyor:
“Cartagena gibi bir çevrede çekim yapmanın kendine özgü heyecanları vardır. Orası bedensel zevklerin kentidir. Bitki örtüsünün zenginliği nedeniyle mis gibi kokan bir havası vardır. Atmosferi de bedensel zevklere hitap eden cinstendir. Sıcaktır, insan yaşamına uygundur. Dünyanın başka hiçbir yerinde bulamayacağınız yaşam sevinci, aşk ve tutku orada vardır. Bu yüzden `Love in the Time of Cholera’ çok evrensel bir öyküdür ama aynı zamanda bir Kolombiya öyküsüdür.”
Kolombiya’da 1986 yılında çekilen “The Mission” adlı filmden sonra hiçbir film çekilmemişti. Buna rağmen bu ülkenin zengin tarihi nedeniyle Werner Herzog, Francesco Rosi ve Roland Joffe gibi yönetmenlere her zaman esin kaynağı olmuştu.
Bölgede gerçekleştirilecek büyük çaplı bir sinema filminin ihtiyaç duyduğu herşey, gemiler aracılığıyla ABD’den getirildi. Miami’de hazırlanan malzemeler, konteynırlar halinde gemilere yüklenerek Cartagena kentine aktarıldı. Kurgu aşamasında Londra’daki kurgu tesisleri kullanıldı. Prodüksiyonda Cartagena halkından 650 kişiye figüran olarak görev verildi.
Prodüksiyon Amiri LaStaiti yapılan çalışmayı şu sözlerle özetliyor: “Birçok şeyi hazırlarken adeta tekerleği yeniden icat etmek zorunda kaldık diyebilirim. Herşeyi deniz yolundan getirdik. Kolombiya halkının ve Cartagena sakinlerinin bize verdiği tepki ve destek harikaydı. Çoğu zaman onları güç durumda bırakacak davranışlarda bulunduk. Caddelerini kapattık, trafiği durdurduk, gürültü yaptık. Buna rağmen insanlar her aşamada bize karşı sıcak ve sevecen davranmaya devam ettiler.”
Filmin oyuncu kadrosu gibi prodüksiyon ekipleri de dünyanın çeşitli köşelerinden geldi. Yönetmeni ve tasarım ekipleri İngiltere’den gelirken, Alfonso Beato yönetimindeki kamera ekipleri Brezilya’dandı. Önemli oyuncuları ise Meksika, Brezilya ve Kolombiya’dan sağlandı. Görev yapan teknik ekiplerin yaklaşık yüzde 50’si Kolombiyalı’ydı.
Prodüksiyon Amiri LaStaiti bu konuda şunları söylüyor: “Kolombiya’nın başkenti Bogota’dan gelen az sayıda eğitimli teknisyenimiz vardı. Onlar deneyimli ve donanımlıydı. Ancak yerel insanlardan seçtiğimiz diğer ekiplerin hiçbir film deneyimi yoktu. Buna rağmen bizlerle beraber zorlukları göğüslemek suretiyle harika bir iş çıkarttılar.”
Yönetmen Mike Newell ise şu yorumu yapıyor: “Yerel ekipler, kendi büyük aşk öykülerinin sinemaya aktarılmasında çok sıkı ve çok özverili çalıştılar. Bu filmin bir parçası olmayı yürekten istediler. Bu filmin genel görünümü, onların sevgisinin, tutkusunun, azminin ve sıkı çalışmasının bir göstergesidir. Kentlerinin ve ülkelerinin dünya çapında tanıtımında bu filmin bir sembol olacağı umudunu hep dile getirdiler.”
Giovanna Mezzogiorno’nun yorumu ise şöyle: “Kostüm, makyaj, ışıkçılar, kısacası herkes büyüleyici bir çalışma ortaya koydu. Kolombiyalı, Brezilyalı ve Meksikalı ekiplerin harika olması nedeniyle gerçekten çok ilginç bir deneyim yaşadık. Hiç şikayet etmeden gün boyu çalıştılar, yapılan işe karşı daima saygılı davrandılar. Bu kadar sıkı ve yoğun çalışabildiysek bunda teknik ekiplerin rolü çok büyüktür.”
Yapımcı Scott Steindorff kendi düşüncesini şu sözlerle dile getiriyor: “Kolombiyalı teknik ekiplerle Orta ve Güney Amerika’dan gelen ekiplerin çalışmasını saygıyla karşılıyoruz. Onların dışında İngiltere ve ABD’den gelmiş ekiplerimiz de vardı. Cartagena kentinin davetkar ve ilham verici mekanlarında uluslararası bir oyuncu kadrosu ve uluslararası teknik ekiplerle çalıştık. Kapılarını bize açtıkları için Kolombiya ve Cartagena halkına teşekkür etmek istiyorum.”
Filmle ilgili son sözleri ise Mike Newell söylüyor: “Gabriel Garcia Marquez’in yazdığı `Love in the Time of Cholera’, Kolombiya edebiyatının en ünlü kitaplarından birisidir ve bu ülkenin ruhuyla yıkanmış bir romandır. Eğer biz bunu yakalamayı başarabildiysek, hepimizin aşık olduğu bu inanılmaz toprakları ve sıcacık kültürü tüm dünyanın daha iyi tanıyacağını umuyorum.”