80’lerin Harlem’indeyiz ve 16 yaşındaki genç bir kızın görüntüleriyle, ki bu kızın zaman zaman kah hayatına, kah iç sesini dinleme sürecine tanıklık ederek, bir anda filmin içerisinde kendimizi buluveriyoruz.
Onunla birlikte çektiği tüm sıkıntıları yaşarken adeta onun kimliğine bürünüveriyoruz. İtiliyoruz, kakılıyoruz, alay ediliyor ve dolayısıyla içimize kapanıyoruz. Bu kısır döngü bu şekilde sürüp gidiyor.
Bize uzak meseleler mi, elbette ki değil… Zira Yeşilçam klasiklerinin bol ajiteli, ağlaklı filmlerinden aşina olduğumuz bir durum sözkonusu. Dolayısıyla yabancılık çekmek bir yana Precious, bir anda içimizden birisi oluveriyor sanki…
Clarice `Precious’ Jones, Harlem’de ona zulüm eden annesiyle beraber yaşayan 16 yaşında genç bir kızdır. Annesinin sevgilisi tarafından tecavüze uğrayan Precious aynı adamdan ikinci defa hamile kalmıştır. Eğitim hayatı da parlak gitmemektedir. Sınıfın sorunlu kızı olmasından dolayı okul yönetimi Precious’ı “Each One, Teach One” adlı özel bir eğitim programına gitmeye zorlar.
Benzer geçmişlerden gelen Afrikalı – Amerikan genç kızlarla beraber yeni bir hayata adım atan Precious için idealist öğretmeni ise ona yeni bir umut ışığı olur. Nitekim Precious bu noktadan sonra hayata da farklı bir açıdan bakmaya başlar.
Onun da her genç kız gibi hayalleri vardır elbette… Sahnelerde ünlü bir yıldız olmak, yakışıklı erkek arkadaşlara sahip olmak, zayıftan da öte zayıf olmak, mümkünse sıfır beden olmak vs…
Ancak ortada bir gerçek var ki, o da Precious ne zayıflıyor, ne ünlü oluyor ne de çok yakışıklı bir erkek arkadaşa sahip oluyor. Ne zaman ki ona iyi davranan, ona insan olduğunu, değerli olduğunu hissettiren insanlarla bir araya geliyor, o noktada kendisiyle barışmayı seçiyor Precious.
Değerli birisi olduğuna inandığı noktadan sonra ise hakkını sonuna kadar arıyor, aradıkça da sonuçlarına tez zamanda ulaşıveriyor.
Kendisi de Afro Amerikan olan Lee Daniels’in yönettiği filmde, yönetmenin karakter analizi anlamında son derece başarılı olduğu su götürmez bir gerçek.
Gerçi Daniels filmin ilk bölümünde gerekli akıcılığı yakalayamasa da bize sık sık bir film izlediğimizi hatırlatmadan da edemiyor hani. Kameraya zoom yaptırıyor, sahneler arası çabuk kesmeler yapıyor ve dikkatimizi hep ayakta tutuyor.
Görsel açıdan Precious’un hayallerinin verildiği sahneler ise o renkli, pırıltılı anlar filmin sert ve soğuk gerçekçiliğinin arasındaki tezatlığıyla çok başarılı kıvamda kendini izleyicilerin kucağına atıveriyor.